Heyecanlı bir başlangıç...Umulmadık gelen misafir...Ruhu karanlığa gömülmüş bir bedenin son şahlanması...
Huzurun adını unutmuş bir yürekti benimkisi.Zor bir savaşın yıpranmışlığı umarsızca kol geziyordu dört bir yanımda..Yenilmiştim ama pes etmemiştim .Ah hayat! Sen mi yaman ben mi yamanın savaşını ne de çok verdin benimle...Gücüm tükendikçe ayağa kalkışlarım aslında hep daha vurucu oldu.Bilabedel savaşlar gördüm mü sen hiç...Hep çaldı hep aldı hayat .ama yerine koydukları ruha ışık saçan ganimetlerdi. Belki de her ayağa kalkışım bu yüzdendi. gerçi düşünüyorumda pes etmek hiç bana göre olmadı ki...Son gözyaşı akana kadar yürekten ,hep ter döktü bedende.Biz savaşmayı babalarımızdan öğrenmedik mi hem.Ucunda kıymet verdiğin her ne varsa ona dairdi her şey..Bazen hem geç hem de güç oldu elbette.Ne kolay kazanıldı ki bu hayatta diyerek tutunma zaten işin algoritması değil mi..
Kimi zaman, sebeplere dayanmadan yorgun hisseder insan kendini. Elan vuku bulan bir nedeni yoktur işte ama birikmişlik bir yolunu bulur çıkar gün yüzüne. Pandora zaten hep hazır beklemez mi zaten ortalığa döküleceği güne dair..Böyle zamanlarda doğru ve yanlışların matematiğini yapmak , geçmişi dahada önemlisi çıktığın savaşları tekrar masaya yatırmak sanırım en doğru terapi ...Nasıl aksiyon alacağını daha büyük bir çerçeveden görebiliyor insan..İşte o noktada olası yeni savaşlara olan gücünün kaynağı temelleniyor. Insanın mühimmatları zaten yaşadıkları değil mi?
Hayat insanı sınamaktan vazgeçmiyor işte.Bir alıp on vermiyor.Aldığı neyse tattırdığı da o.. Çoğu kişi farkındalıklardan uzak hep şunu düşünür.Hep bir eksilme ,hep bir geri adım..Aslında şimdilerde görüyorumda öyle bir işleyiş yok..Sadece hayatın bize sunduklarını görmekten o kadar uzağız ki aldıklarıyla terazisini yapamıyoruz. Yeni doğan her gün hep yepyeni bir başlangıç halbuki..Dürtüyor hayat seni her sabah...Kalk ve kazan..Hisset, yaşa,gerekirse üzül,gerekirse kaybet ama aldığın her nefesin kıymetini bil..Biz sanırım bunu başaramıyoruz..Kazançlar, başımıza gelen güzel şeyler ne kadarda tatlı geliyor damağımıza..Belki de varoluşsal bir bencillik bu sadece..Kaybetmek hazmetmesi zor bir lokma diye hayıflanırken kazandığımızıda ise o lokmayı çiğnemeden yutabiliyoruz. Tamamen zihinsel atalet değil de ne?
Alışılmışlıklar göz alıcı gelmiyor ta ki yoklukları karşında devleşene kadar...Minimal bir örnek olacak ama geçtiğimiz sene çocukluğumun bana kalan mirası bir arkadaşım trafik kazası geçirdi. Bacaklarını kaybetmenin ucundan döndü aslında. Bir dizi operasyon ,uzun soluklu tedaviler.. Hala tedavisi bitmedi ve yürüyemiyor. Bugünlerde kaza öncesine ait eşiyle bir fotoğraf paylaşmış.Deniz kenarında el ele yürüyorlar.Arkadan çekilmiş bir fotoğraf bu..Altına yazdığı yorum ise ömre bedel..."Yıllarca kalın diye diye hayıflandığım bacaklarımın varlığına şükürler olsun" .. İşte hayat tamda böyle bir şey..Almakla o kadar meşgulüz ki elimizin altındakiler sanki zaruri ve hakedilmiş şeyler gibi geliyor. Öyle değil...Başka da yolu yok..Hayatta çokça şeyler sınavımız olacaktır. Belki çokça da üzüleceğiz...Bilmemiz gereken herkes üzülüyor, herkes kötü şeyler yaşıyor vitrinleri ne kada coşku dolu olsada...Bir yerden alan hayat bir yerden veriyor...Hüzünde sevince gebe, sevinçte hüzne tutsak...Elmanın iki yarısı işte...Yokluklarına boğulduğumuz her an varlıklarıyla çoğalmak...Doğru yaklaşım sanıyorum bu.. Sanıyorum ki ancak biz bakış açımızı genişletebilirsek tüm tabularımız yerle yıksan olacak..Ve biz değişebilirsek ,değişecek her şey...
Eğer hayat kaybettiğinizi fısıldıyorsa size, yapılacak tek şey sesi kısmak ve bağıra bağıra melodilerde cevap vermek bu hodri meydana..Geride bir hayat var...Bir günde olsa bin günde olsa yepyeni bir sayfa ...O zaman ayağa kalkmak lazım..O zaman gerçekten uyanmak lazım.! O zaman inanmak lazım..Yani a dostlar Sezen'in de dediği gibi;
" O zaman şarkı söylemek lazım"....
Peray
09.08.2016
Peray Özdil-
9 Ağustos 2016 Salı
11 Şubat 2015 Çarşamba
Mila'ma...
Küçük dünyamın büyük mucizesi,
Küçücüksün daha..
Mini mini ayaklarınla koskocaman adımlar atıyorsun hayata...
Şimdi terk derdin oyuncaklarınla bir hayal dünyasında mutluluk çığlıkları atabilmek..
Biraz daha az uyuyup daha çok koşabilmek oradan oraya..
Büyüleyici bir yaşama sevinci buram buram kokuyor senın her kahkahanda..
Annecim,
Canımın canı,
Huzurum,
Cesaretim,
Sakladığım korkularım,
En büyük kahkaham,
En derin mutluluğum,
En tatlı yorgunluğum,
Geleceğe dair en büyük umudum,
Hayallerimin tek varisi,
Aşkım,
Gülümsedikçe gülümsetenim,
Sevdikçe daha çok sevdirenim...
İnancım,
İştah açıcım,
Beni ben yapanım,
Varoluşa en çok inandıranım,
Gözyaşım,
Çığlıklarım...
Masalları gerçek kılanım..
Kızım...
Korkma...
Hayat her adımında seni sınayacak..
Yanlışı yapma imkanın varken doğruda kalabilmen için...
İmkansızlıkların pençesinde dik durabilmen,
Hep umut edebilmen için...
Ağlarken bile gülümsemek için onlarca neden bulabilmen,
Düştüğünde kalkıp nefes nefese kalana kadar koşabilmen için...
Griye rengarenk boyalarla savaş açman,
Kahkahalarınla gözyaşlarını dindirebilmen için...
Tekrar tekrar güvenebilmen,
İnancın aslında bitmek tükenmek bilmeyen en büyük enerji olduğunu her nefesinde hissedebilmen için...
Anlayabilmen ve tüm kargaşanın ortasında bile bütün cesaretinle anlatabilmen için...
Cesur olabilmen,
Cesaretini hoyrat ellerde tüketmek için değil, onunla tüm dünyaya kendini kanıtlayabilmen için...
Öğrenmekten korkmaman ve hiç vazgeçmemen için...
Yeniden, yine sil baştan başlayabilmen için...
Hiç vazgeçme dünyam,
Karanlık, inan aydınlanan günün en hoyrat habercisi...
Hayat senin baktığın yerden güzel,
Güvendiğin yerden ihtişamlı,
İnandığın kadar özgür...
Sev, en çok sevilenim..
Sevdikçe bakacaksın dünyaya anlamlı..
Sevdikçe çoğalacak, sevgiyle azaltacaksın tüm karabasanları...
İnan ayışığım,
Her attığın adımda inan kendine,
İnan insanların ne yaşarlarsa yaşasın kalbinde bir yerlede iyi olabileceklerine...
İnan en büyük servetin o masum hayallerinde gizlendiğine...
Yavaş yavaş büyü kızım..
Er geç ulaşılan destinasyon aynı...
Ağır ağır yaşa mutluluklarını..
Yavaşça yürü, çokça tebessüm et..
Adım adım ilerle hep...
Sindire sindire yap kumdan kalelerini..
İnce ince at hayatının tüm ilmeklerini..
Ve unutma mucizem,
Bir gün gelip düştüğünde,ellerini tutmak için..
İlk gözyaşlarını dindirebilmek,
Dertlerine ortak olabilmek için..
Attığın her kahkanın şahidi,
Mutluluklarının en mutlu edeni olabilmek için..
Tekrar tekrar gülümsemen,
ve hep inanman için...
Annen hep yanında olacak meleğim...
Sen huzurla gel kollarıma..
Peray Özdil
10.02.2014
Küçücüksün daha..
Mini mini ayaklarınla koskocaman adımlar atıyorsun hayata...
Şimdi terk derdin oyuncaklarınla bir hayal dünyasında mutluluk çığlıkları atabilmek..
Biraz daha az uyuyup daha çok koşabilmek oradan oraya..
Büyüleyici bir yaşama sevinci buram buram kokuyor senın her kahkahanda..
Annecim,
Canımın canı,
Huzurum,
Cesaretim,
Sakladığım korkularım,
En büyük kahkaham,
En derin mutluluğum,
En tatlı yorgunluğum,
Geleceğe dair en büyük umudum,
Hayallerimin tek varisi,
Aşkım,
Gülümsedikçe gülümsetenim,
Sevdikçe daha çok sevdirenim...
İnancım,
İştah açıcım,
Beni ben yapanım,
Varoluşa en çok inandıranım,
Gözyaşım,
Çığlıklarım...
Masalları gerçek kılanım..
Kızım...
Korkma...
Hayat her adımında seni sınayacak..
Yanlışı yapma imkanın varken doğruda kalabilmen için...
İmkansızlıkların pençesinde dik durabilmen,
Hep umut edebilmen için...
Ağlarken bile gülümsemek için onlarca neden bulabilmen,
Düştüğünde kalkıp nefes nefese kalana kadar koşabilmen için...
Griye rengarenk boyalarla savaş açman,
Kahkahalarınla gözyaşlarını dindirebilmen için...
Tekrar tekrar güvenebilmen,
İnancın aslında bitmek tükenmek bilmeyen en büyük enerji olduğunu her nefesinde hissedebilmen için...
Anlayabilmen ve tüm kargaşanın ortasında bile bütün cesaretinle anlatabilmen için...
Cesur olabilmen,
Cesaretini hoyrat ellerde tüketmek için değil, onunla tüm dünyaya kendini kanıtlayabilmen için...
Öğrenmekten korkmaman ve hiç vazgeçmemen için...
Yeniden, yine sil baştan başlayabilmen için...
Hiç vazgeçme dünyam,
Karanlık, inan aydınlanan günün en hoyrat habercisi...
Hayat senin baktığın yerden güzel,
Güvendiğin yerden ihtişamlı,
İnandığın kadar özgür...
Sev, en çok sevilenim..
Sevdikçe bakacaksın dünyaya anlamlı..
Sevdikçe çoğalacak, sevgiyle azaltacaksın tüm karabasanları...
İnan ayışığım,
Her attığın adımda inan kendine,
İnan insanların ne yaşarlarsa yaşasın kalbinde bir yerlede iyi olabileceklerine...
İnan en büyük servetin o masum hayallerinde gizlendiğine...
Yavaş yavaş büyü kızım..
Er geç ulaşılan destinasyon aynı...
Ağır ağır yaşa mutluluklarını..
Yavaşça yürü, çokça tebessüm et..
Adım adım ilerle hep...
Sindire sindire yap kumdan kalelerini..
İnce ince at hayatının tüm ilmeklerini..
Ve unutma mucizem,
Bir gün gelip düştüğünde,ellerini tutmak için..
İlk gözyaşlarını dindirebilmek,
Dertlerine ortak olabilmek için..
Attığın her kahkanın şahidi,
Mutluluklarının en mutlu edeni olabilmek için..
Tekrar tekrar gülümsemen,
ve hep inanman için...
Annen hep yanında olacak meleğim...
Sen huzurla gel kollarıma..
Peray Özdil
10.02.2014
10 Ocak 2015 Cumartesi
Bana Edebiyat yapma!
Edebiyat yapma bana..
Çokça duymuşuzdur etrafımızdan.Karşısındaki biraz ağdalı bir dille birazda edebi öğeleri barındırarak bir konuşma yapıyorsa sıklıkla dökülüverir ağızlardan..Bizim toplumumuz sevmez çok.Yalınlık belki de netlik ister..Bense çok severim o edebiyat yapanları.Edebiyatın engin denizinden kendime katabileceğim çok şey olduğunu düşünürüm..Edebiyat üzerine düşünmeye iten ise bugün çok enteresan bir olayla karşılaşmam.
Uzun bir zaman öncesine ait,nasıl o zaman atladığıma anlam veremediğim bir yazıyı okuyordum bugün.Yazının sonuna geldiğimde gayri ihtiyari yazarın bütün yazıları seçeneğine tıkladığımda bugün yazmış olduğu haberin başlığı dikkatimi çekti..Atlarcasına açtım sayfayı mi acaba düşüncesiyle.Evet tam da düşündüğüm gibiydi.Haberi okuduğumda kişiyide araştırma gereği hissettim..Bir çok siyasi söylemini bile oturup internette bir çok siteden ve hatta twitterdan uzun uzun okudum...Tam bir fikir adamı..Hadi söyle de işini bitirelimcilere müthiş bir meydan okuma akıyor her cümlesinden..Hayranlık uyandırıcı benim için..Siyasete yoğun ilgimden dolayı az bulunur cinsten diyebilirim...
Ben konuma döneyim yine.Bugün okuduğum yazısında en çok dikkatimi çeken şeyde başta sözünü ettiğim edebi yorumlama..Tahkiyenin yazılı şöleni..Son günlerde bizzat kullandığım,anlamlandıramayanların ışığında yanlış yorumlanan söz sanatları...
Yazıda bariz bir şekilde Tariz, biraz da Telmih biz buradayız işte diye bağırıyor..Anlayabilene tabi diyor..Şaşkınlıkla okudum gerçekten.Şaşırtan aslında konusu olması gerekirken,aktarılma biçimiydi benim için..Kaleminize sağlık...
Yazıda ki hikaye ile ilgili bir kaç düzeltme yapasım,aslında şurası şöyle bu kısımda biraz eksikler var diyesim geldi okurken..Kendimden bir şeyler katma arzusuyla tutuştum..Kendimi daha fazla anlatma..Tabi en fazla buradan yazmak düştü payıma fikirlerimi...Yazının ilk kesitinin son paragrafı için de ayrıca teşekkür ederim sevgili ve saygıdeğer büyüğüm...
O zaman son söz Jerzy Lec'den gelsin;
"Tüm sözcükler tükendiğinde,insan insanı anlamaya başlar"
Peray Özdil
10.01.2015
Çokça duymuşuzdur etrafımızdan.Karşısındaki biraz ağdalı bir dille birazda edebi öğeleri barındırarak bir konuşma yapıyorsa sıklıkla dökülüverir ağızlardan..Bizim toplumumuz sevmez çok.Yalınlık belki de netlik ister..Bense çok severim o edebiyat yapanları.Edebiyatın engin denizinden kendime katabileceğim çok şey olduğunu düşünürüm..Edebiyat üzerine düşünmeye iten ise bugün çok enteresan bir olayla karşılaşmam.
Uzun bir zaman öncesine ait,nasıl o zaman atladığıma anlam veremediğim bir yazıyı okuyordum bugün.Yazının sonuna geldiğimde gayri ihtiyari yazarın bütün yazıları seçeneğine tıkladığımda bugün yazmış olduğu haberin başlığı dikkatimi çekti..Atlarcasına açtım sayfayı mi acaba düşüncesiyle.Evet tam da düşündüğüm gibiydi.Haberi okuduğumda kişiyide araştırma gereği hissettim..Bir çok siyasi söylemini bile oturup internette bir çok siteden ve hatta twitterdan uzun uzun okudum...Tam bir fikir adamı..Hadi söyle de işini bitirelimcilere müthiş bir meydan okuma akıyor her cümlesinden..Hayranlık uyandırıcı benim için..Siyasete yoğun ilgimden dolayı az bulunur cinsten diyebilirim...
Ben konuma döneyim yine.Bugün okuduğum yazısında en çok dikkatimi çeken şeyde başta sözünü ettiğim edebi yorumlama..Tahkiyenin yazılı şöleni..Son günlerde bizzat kullandığım,anlamlandıramayanların ışığında yanlış yorumlanan söz sanatları...
Yazıda bariz bir şekilde Tariz, biraz da Telmih biz buradayız işte diye bağırıyor..Anlayabilene tabi diyor..Şaşkınlıkla okudum gerçekten.Şaşırtan aslında konusu olması gerekirken,aktarılma biçimiydi benim için..Kaleminize sağlık...
Yazıda ki hikaye ile ilgili bir kaç düzeltme yapasım,aslında şurası şöyle bu kısımda biraz eksikler var diyesim geldi okurken..Kendimden bir şeyler katma arzusuyla tutuştum..Kendimi daha fazla anlatma..Tabi en fazla buradan yazmak düştü payıma fikirlerimi...Yazının ilk kesitinin son paragrafı için de ayrıca teşekkür ederim sevgili ve saygıdeğer büyüğüm...
O zaman son söz Jerzy Lec'den gelsin;
"Tüm sözcükler tükendiğinde,insan insanı anlamaya başlar"
Peray Özdil
10.01.2015
9 Ocak 2015 Cuma
Anne oldum
Anne oldum.. ve şimdi kendi içime, çocukluğuma doğru büyüyorum.. Durmadan okuyorum, kızımı şekillendirmek için değil, kendimi büyütmek için.. Anne olunca öğrendim, değiştim, kendimi gerçekleştirmek için hayal etmeye başladım ve hayallerim için adım atmaya. Anne olunca kendimi tanıdım, içimdeki annemi-babamı çıkardım ortaya ve savaştım.. Anne olunca anladım, hani o 'anne olunca anlarsın!!' dediklerinin hiçbirini anlayamayacağımı.Çünkü ben, anne olunca; başka bir dünyanın mümkün olduğunu anladım..
Aslında... Başka bir hayat mümkün, hayal edelim kafi..
Ben de hayal ettim. Kızımın ve geleceğinin ne olacağı, nasıl olacağı/olması gerektiği değildi hayallerim. Çünkü ben onun kendini gerçekleştirme yolculuğunda sadece eşlikçisiyim.. onun hayalleri kendisinin.. Ben onun müdahalesiz, izleyicisiyim.
Şule Seda AY
Aslında... Başka bir hayat mümkün, hayal edelim kafi..
Ben de hayal ettim. Kızımın ve geleceğinin ne olacağı, nasıl olacağı/olması gerektiği değildi hayallerim. Çünkü ben onun kendini gerçekleştirme yolculuğunda sadece eşlikçisiyim.. onun hayalleri kendisinin.. Ben onun müdahalesiz, izleyicisiyim.
Şule Seda AY
6 Ocak 2015 Salı
If the whole world was blind, how many people would u impress ?
Bazı şeyleri veya kimseleri gözümüzde ne çok büyütürüz
bazen.Ulaşılamaz hayaller ve utopik kişiler gibi gelir..Kendi kafamızda
büyütürken onları,aslında bir nevi kendimizi küçültürüz bu zamanlarda..Kendine
güvensizliktir aslında bu..Yetersizlik hissi gibi.Ya da toplumsal uyaranların
ışığında açamadığımız ve kamaşan gözlerimiz...İş hayatında,sosyal çevremde ve
özel hayatımda hem kendim tecrübe ettim hemde bunu bizzat yaşayanları gördüm
senelerce.İşyerinde büyütülen ,korkulan üstdüzey çalışanlar,pırıltılı ve
ulaşılamaz hayatlar sergileyen kişiler olduğu gibi,normal hayatının içerisinde
kendisini merdivenlerin en tepesinde konuşlandırmış kişiler de olabiliyor bu kimseler.
Biraz kişilere yoğunlaştım çünkü maddesel olmayan hayal niteliğindeki her şeyin
tamamen isteyip istememek ve gösterilen çabaya alakalı olduğunu düşünüyorum.Kişilere
gelince..
Birinin vakti zamanında çok güldüğüm bir tabirini maalesef
kullanmadan geçemeyeceğim , “klasman
farkı” şemsiyesinde kendini koskoca
yaşayan insanlar aslında o kimseler...Baktığında,yaklaştığında,öğrendiğinde keşke
ilk tanıdığım, bildiğim haliyle kalsaydı dediklerimiz....Bünyelerinde
barındırdıkları yetersizlikleri içe vurum çatısı altında biraz da snob bir
bakış açısıyla kapamaya çalışan ve buna da “fark” ismini koyan insan
esintileri...İnanın uzaktan öyle hoşlar ki, yaklaştıkça uzaklaşmak isteğinden
bir türlü kopamıyorsunuz...Maalesef diyeceğim aslında çünkü bu konuda hiç
yanılmadım..Koca koca,büyük harflerle konuşan birini gördüğünüzde dikkatlice dinleyin,inanın
o gürültünün altındaki yalın boşluğu göreceksiniz.Ondandır ki bu tip kişilerin
cümleleri hep belirsiz ,netlikten uzak,kaçamaktır.Uzun ve homojenize cümleleri
pek beceremezlerde zaten..Yaşanmışlıkları,lansmanları
elbet vardır ama baktığınızda aslında o kadar da değer olmadığını çok net
anlarsınız...Buradaki asıl sıkıntı ise,bu insanların bu kimliklere
bürünmelerini anlamlandıranlar yani gördüklerini gerçekten
yorumlayamayanlar...Ki buna kendimi de dahil ediyorum önceki yaşanmışlıklara
binaen..O şemsiyeyi matah bir şey sananlar...Sanıyorum buda tecrübe ile
sabitlenecek türden...Şimdi ben bunları neden yazıyoruma gelince...Listeme kısa bir zaman önce birini daha
ekledim..Kafamda büyüttüğüm,şimdilerde ise ondan kaç gömlek yukarda olduğumu
anladığımda eski yerini tamamen kaybeden ve pırıltılarının altındaki eksik
tevazuyla bomboş bir kimliğe bürünen bir kayıp benim için...Aslına bakarsak
kayıp mı benim adıma bir kazanım mı oda ayrı bir tartışma konusu olabilecek
nitelikte...
Ha bir de yukarıda kaç gömlek fazlaymışımı bir tür burnu
havadalık gibi algılamamakta fayda var..Gömleklerin ağırlığı sadece
kıyasladıklarımdan geliyor ve çirkin düşüncelere sahip olmamaktan..Gerçi ben
yine de zeka anlamında da bir küçük meydan okuma yapayım zira bazı yaşadıklarım
sadece bu konu üzerindeki ağırbaşlılık yaftamı oldukça hırpaladı..
Uzun uzun konuşurum kendimle,konuşmayı severim ama yarım
kalır hep konuşmalarım.Yazdıkça daha iyi anlaşıldığımı,kendimi daha iyi
anladığımı düşünüyorum..Keşke yazdığım kadar anlatabilsem diyorum bazen kendimi
karşımdakilere...Ama klasman farkına sıkışıp susmayı tercih ediyorum benJ Anlatamayacağımdan mı,
anlayamayacağından mı işte orasıda takdiri ilahi ..
Kapanış temennimde Tarkandan olsunJ
“Başkası olma kendin ol,
Böyle çok daha güzelsin...”
Peray ÖZDİL
6/365
''Varlığını dinle. Sürekli olarak sana ipuçları veriyor; o sakin, küçük bir ses.... Sana bağırmıyor, bu doğru. Ve biraz sessiz olursan kendi yolunu hissetmeye başlayacaksın. Olduğun kişi ol. Hiçbir zaman başkası olmaya çalışma..Olgunlaşacaksın. Olgunluk bedeli ne olursa olsun kendin olma sorumluluğunu kabul etmektir. Kendin olmak için her şeyi riske atmaktır.."
OSHO
(Az önce okuduğum kitapta gözüme çarptı.Üzerine yazmayı düşünüyorum bir ara o yüzden unutmamak adına araya sıkıştırmadan edemeyeceğim.)
Hoşgeldin Yeni Yıl.....6/365
Yıl 2015...
Bir seneyi geçmiş yazmayalı.Aslında yazmayalı değil de
yayınlamayalı.En sevdiğim şeylerden biri olan bloğumu saçmasapan nedenlerle
kullanamamak...Neyse bugünü yepyeni bir başlangıç nezdinde görerek ben yine çok
sevdiğim şeyleri yapmaya dönebilirim.
Bir laf vardır hani; gün be gün baktığında her şey ne kadar
aynı görünürken, 1 yıl geriye döndüğünde her şey ne kadar farklıdır diye.Gerçekten
öyle. 1 yıla sığdırdıklarımı düşününce ben bile hayrete düşüyorum.Kısa gibi
gözüken ama onlarca yaşanmışlığı barındıran bir silsile benim için.Tek tek
yazacağım,ince ince düşünüp yine de çok
süzmeden bu sefer.Yazdıklarım sadece benim için ileride okuyacağım bir nevi
günlük olmayacak çünkü hayatımda bunu paylaşacağım,ilerde okudukça her şeyi
daha iyi anlayacak insanlar var artık hayatımda.Şimdi ve gelecekte..
Şimdiye kadar yazdıklarımı paylaşmak yerine tekrar baştan
başlayacağım bu sefer.Bugünümle geçmişi daha iyi yorumlayabilmek için..belki de
daha iyi yoğurmak...
Geçen sene hiç geçmeyecek diye düşündüğüm korku ve
kaygılarım yerini derin bir huzura bıraktığından mıdır bilinmez, içimdeki çocuk
oldukça heyecanlı şu sıralar.Yepyeni başlangıçlarım,sayfasını kapattığım
yıllarım, hep ordaydı sanıp aslında hiç olmayan dostluklarım,gerçekten
anlayanlar ve gerçekten anladıklarım,mucizem,iyi kilerim ve alınan son dönem
kararlarım...
En baştan ve sil baştan başlamak en iyisi...
Bu önsöz olsun..
Şimdilik..
Peray ÖZDİL
18 Kasım 2013 Pazartesi
Mutsuzluktan mı mutluluktan mı?
Bugün, twitterdan tanımış olduğum ve yaşına rağmen (rağmenden
kastım o yaşta edebiyata çok ilgi duyulmaması) edebiyata düşkünlüğüne
imrendiğim,benim gibi okumayı çok seven, tatlı birinin bir paylaşımında gözüme ilişen bir
cümle oldu.Bu da beni bu konu üzerinde epey düşünmeye itti diyebilirim.Doğru
muydu yazılan yoksa münazaraya açık mıydı?
Cümle şöyle diyordu; “Mutsuz insanlar yazar”
Yazmayı, hayatımın en önemli yerine oturtmama binaen bu
cümledeki kaybolan beni aradım bir süre. Gerçekten mutsuz insanlar mı yazardı? Sonra
şöyle kısmen önceki yazılarıma göz attım.Evet görünen o ki; yazılarım hep acıyı
pelesenk etmişti her bir satırına. Mutluluk değil mutsuzluk kokuyordu.Belki bir
arayış, belki bir kayboluş içerisindeydiler...Şaşırdım. Bu kadar çok yazan ve
yazmayı seven ben aslında bir mutsuzluğun eşiğinde belki de ta derininde miydim?
İşte tam bu noktada devreye girdi bütün düşünceler...Aslında
yazmak ne mutluluğun ne de mutsuzluğun gösterisiydi.Yazmak bence bir anlaşılma biçimiydi.Anlatamadıklarını,suskunluklarını,korkularını,pişmanlıklarını,acılarını
daha doğrusu hislerini bir nevi akıtma yöntemiydi...Mutluluğunu yazmamak kimbilir
belkide onu sakınmaktır her şeyden ama mutluluk paylaşılan cinsten
olduğundandır bence yazıya dönüşmemesi.Elbet konu edilebilir ama zaten kişi
mutluluklarını en yakınları,onu mutlu eden kişiler yani bir nevi çevresiyle
paylaşabilir. Söze döküp ihtişamını sürebilir. Ama ya suskunluklarımız?
Mutsuzluklar,acılar,kalbinin derinin delik deşik eden
yaşanmışlıklar kolay dile gelmez.İstesende kolay değildir.Çok büyük cesaret
ister başkalarının karşısına geçip ben acıdan ölüyorum ,ben yenildim,ben
kaybettim,ben üzüldüm demek..Diyemezsin zaten..Kırık gururun,yaralı kalbin izin
vermez buna...Açığa çıkarmak istemessin yenilmişliklerini ve sen izin vermezsin
başkalarının gözünde de yenilmiş gözükmeye...O anlarındır ki seni gerçekten
anlayan kimse olmaz,çünkü aktaramassın tümüyle ne hissettiğini..Seni
anlayan,seni dinleyen,seni sorgulamadan hisseden ve paylaştıkça çoğaltmayan
bir tek kendinsindir.O anlarda bir tek kendine güvenirsin çünkü..Yazmakta sen
değil misindir zaten?Ne hissettiğinin, bir kağıt parçası,bir kalem,bir
klavyeyle dile gelmesi,ölümsüzleşmesi...Sana anlama şansı vermesi neler olup bittiğinin.Geriye
dönüp baktığında daha güçlü olman ve yaşadıklarının sana ne hissettirdiğini hatırlaman
için birer kaynak olması..Kendi ansiklopedilerin gibi aslında..Sana ne olduğuna
ve nasıl bir savaş verdiğine dair...
Evet yazan insan işte bu anlarını yazar.Aslında mutsuz insan
olmasından değildir ,mutsuzluklarını sözle dile getiremeyişindendir..Çünkü insan
o yazıda denenin aksine mutluluklarını yazarak değil yaşayarak saçar
çevresine..
Mutluluklarından arta kalandır zaten mutsuzluklar..Ve işte o
zaman yazar..Yazar ve rahatlar..Yaranın irinini akıtması gibi iyileştirir
ruhunu yazdıkça..Böylece devam edebilir hayatına..
Sanıyorum şöyle toparlamalı ya da bugün okuduğum cümleyi
şöyle düzeltmeliyim kendimce.Mutsuz insanlar yazar değil; “ İnsan mutsuzluklarını sessizce
yazar,mutluluklarını ise göstere göstere yaşar...”
Bundandır ki tüm temennim;
Hayatınızda yazacak mutsuzluklarınız değil,yaşayacak mutlukluklarınız
olsun hep.
Sevgiyle,
Peray ÖZDİL18.11.2013
23 Ekim 2013 Çarşamba
Neydi?
Acı neydi? Nereden başlıyordu? Kalın perdelerle gizlediğimiz
acıların faili meçhulmuydu yoksa göz göre göre mi başlatmıştı yok edişlerini?
Acı,sanıyorum sevmenin değişik bir hali.Yüzü değiştirilen
yastıklar gibi..İçindeki hep aynıyken başkalaştırılan dış yüz..İçini
değİştirmeden dışını temiz tutmaya çalışmak..Kökten bir temizlik yapmadıkça
sürekli değiştirilmesi gereken yüzün ruhlardaki bir yansıması sanki...Orada
öylece duruyor,farkındasın ama yorulmuş bir bedene imtinaen kaçıyorsun..
Acı demek mutluluğun yokluğu demek değil ki...Mutlululuğunun
akıbetinin belirsizliği aslında acı..Göze göre göre..Bile bile...Mutlu olmak
bazen ne denli küçük adımlarda saklıyken kimi zaman ne kadar da ütopik gözüküyor gönlümüze..Aslında
nasıl baktığımız mı belirliyor mutluluğun varlığını yoksa gerçekten elimizde
olmayan bir mukadderatın seçilmişliği mi bilmiyorum..Bildiğim tek şey bazen
ilerlemek için aldığımız risklerin mutluluğumuzun tabanı olmasına rağmen,üçüncü
kişilerin fikirlerine hapsolması ve bunu acı olarak hayatımıza nefes nefes
yedirmemiz..
Bu aralar acı yakın arkadaşım..Çünkü mutluluk evimin
mutfağında demlenen çay kadar yakınımda ve sıcacık..Yaklaştıkça da el yakan cinsten..Acı dediğim işte bu mutluluğun
akibeti..Bu sefer etrafımdaki herhangi birine endekslendirilmemişlik var
...İçimde büyüyen bir mutluluk bu..Vazgeçip vazgeçmemeyi her nefesimde
tarttığım bir mutluluk...Küçücük bir kıpırtıda tüylerimi diken diken ederken, başımdan parmak ucuma kadar titreten ve heyecan
kokan bir mutluluk...
İşte böylesi mutluluklarla acıya dem vuruyor
insan..Mutluluğa sahip çıkma korkusundan, mutluluğunun başkasının acısı
olmasına olan utançtan ve ya kaybedersem sorusunun bilinmezliğinden...
Bazen kaybedilmiş mutluluklarda, mutluluğu kaybetme korkusu
kadar acılara terkediyor insanı tabi ..Ama diyorum ya mutluluğun hakimiyetinde gizli
acılar..
Şimdi düşünüyorum da keşke acılara hakimiyet, başkalarının
kestiği ahkamlar kadar kolay olsa..Başkalarının fikirlerine tabi değil de
yaşanmışlıkları anlamaya gebe olsa..Tabi ya,her zaman başkaları vardır..Başka
fikirler, başka hayatlar,başka yorumlar ve
yönlendirmeler...Sıyrılamadığımız,gölgesinde kaldığımız başkalıklar...Dinleye
dinleye tükettiğimiz o başka yollar,o acı kollar...
Şimdi durduğum yerde ise başkalarıyla oluşmuş ya da kafa
tutmak zorunda kaldığım bir kalabalık var sanki...Dinlemekten kaçtığım,kendimi
anlatmak için yorgun olduğum...Anlatsam anlar mı sorusuna yanıt bulamadığım..Sustukça
büyüttüğüm, büyüttükçe yok ettiğim...Penceresinden baktığım belki de sadece...
Biçare olmuş yüreğimin kanatışlarında vazgeçmek zorunda
kaldığım kalabalık..İçimde sakladığım işte o büyük acıya o denli uzaklar ki,
anlatmaya değil anlamaya bile çalışmaktan yoksun kalmış haldeyim..
İşte o yüzden kendi
halime bıraktım beni..Kendime hediye ettim
sessizliği..Sessiz kaldıkça içimde günden güne büyümeye devam eden o
mutluluk ve o acı hep korunaklı
kalacak...
Anlayamamalardan, sevgisizlikten ve iy niyeti derinlere
gömmüş o soğuk yüreklerden...
Hissederden en derinlerde sürç-i lisan ettiğim mutluluğumun kalın perdesi olan acının
arkasında gizlenerek büyütüyorum artık kendimi ve bana ait en değerli
mucizeleri...
Belki doğru , belki yanlış...
Mesele haklılık değil zaten, mesele hakim olma çabası..
Affola kader..
Peray ÖZDİL
23.10.2013
Peray ÖZDİL
23.10.2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)