Temizlik yaptım bugün...
Hem de tüm benliğimde..
Kırgınlıklarımı dışarı çıkardım ilk önce.
Görmenizi isterdim.Nasıl da çok yer kaplıyorlarmış,inanmazsınız.
Bağışlamayı yerleştirdim yerine özenle.
Titizlikle her birinin üstüne ektim tohumlarını.
Her yere, görebildiğim, göremediğim her yere serptim.
Atarken kırgınlıklarımı, bakmadım neydi onlar diye.
Gelecek geçmişten çok daha fazla yaşanası.
Bakmadım, merak da etmedim.
Bağışlamayı ekerken tekrar kırılmaktan korkuyordum belki.
Kıskançlığımı çıkardım.
Meğer ben ne az kıskançmışım.
Çok kolay oldu.
Sevindim.
Sanki kaybetmiş bir eşyamı bulmuş gibi oldum.
Çok şükür ki kin ve nefret yoktu yüreğimde.
Nasıl temizlerdim hiç bilmiyorum.
Sıra korkularıma gelmişti.
Çıkarmaya bile korktum önce.
Ne de çok alışmışım onlarla yaşamaya.
Bunca acı ve endişeye nasıl alışılır,
.
E... ne de olsa iyi bakmıştım onlara.
Her gün yeni yeni korkular ekleyip,endişelerimle sulamıştım.
Mutluluklarımı, ümitlerimi ne de çok ihmal ettiğimi anladım o an.
Bu ilgiyi onlara verseydim, her gün onları düşünüp birer umut daha ekseydim; almadan verip, beklemeden sevseydim.
Her şeyden önce içimdeki gücün ve sevginin daha fazla farkında olsaydım, böyle bahar temizliklerine ihtiyacım kalmazdı.
Çok zorlandım korkularımla.
Birbirlerinin içine halkalar misali girmişlerdi.
Kenetlenmişlerdi adeta.
Ama onları da sevgiyle çıkardım. . ve onları yaşamaktan,hem de bir zamanlar bir kabus gibi yaşamaktan, pişmanlık duymadan çıkardım. .
Kızsaydım onlara, bağırıp çağırsaydım. yine dönüp dolaşıp geleceklerini biliyordum.
Temizlik yaptım bugün. .
Bahar temizliği.
Neşe ektim, hoşgörü, güven, sevgi ektim. .
Almadan vermeyi, sevilmeden de sevmeyi, paylaşmayı ektim. .
Korkusuzlukları ektim alabildiğine...
Saatlerce ektim korkusuzluğu...
Mutluluk ektim, doğallık.
Sonsuzluk...
Bağışlama ektim.
Sevgi ektim her hücreme.
Coşku, heyecan, sessizlik ektim.
Tüm güzel fikirler sessizken geliyor bana...
Kabullenme ektim.
Baş eğme değil.
Olduğu gibi kabullenme ...
26 Ocak 2011 Çarşamba
Boşver be yaşı başı-CAN YÜCEL
Boşver be yaşı başı!
gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?....
şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna,ondan haber ver?
koyma bir kenara yüreğini,aç kapılarını,
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
ama aklını kaybedecek kadar bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
yağ geç.yık geç,kimse inanmazsa inanmasın.
sen inan yüreğine,
hem ona geçmezse kime geçer sözün?
büyü büyü...
bak ellerin ayakların kocaman,
aklında maşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
akıllı ol yüreğin gelir peşinden,
boşver yaşı başı,
aşk var mı aşk,sen ondan haber ver?
takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
o çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü.
öl gitsin...
parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır istediğin,
savrul gitsin...
boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim,
kendi yüreğinden başka kim?
aklını alda öyle git,
ister bir duvara,ister bir odaya,ister kıra bayıra vur da git.
dert etme ellerini,onlarda gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna....
yaşa be,yaşa da öyle git,gireceksen toprağa...
yaş 70'e gelse bile,hayat daha bitmemiş,
sen mi biteceksin?
çekeceksen bile bayrağı,
YAŞADIM ULAN DİBİNE KADAR diyemiycek misin?
gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?....
şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna,ondan haber ver?
koyma bir kenara yüreğini,aç kapılarını,
gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
ama aklını kaybedecek kadar bir aşk varsa avuçlarında,
bırak aksın yollarına.
yağ geç.yık geç,kimse inanmazsa inanmasın.
sen inan yüreğine,
hem ona geçmezse kime geçer sözün?
büyü büyü...
bak ellerin ayakların kocaman,
aklında maşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
akıllı ol yüreğin gelir peşinden,
boşver yaşı başı,
aşk var mı aşk,sen ondan haber ver?
takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
o çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü.
öl gitsin...
parayı pulu savurup,
bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır istediğin,
savrul gitsin...
boş ver be yaşı başı,
kim tutar seni kim,
kendi yüreğinden başka kim?
aklını alda öyle git,
ister bir duvara,ister bir odaya,ister kıra bayıra vur da git.
dert etme ellerini,onlarda gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna....
yaşa be,yaşa da öyle git,gireceksen toprağa...
yaş 70'e gelse bile,hayat daha bitmemiş,
sen mi biteceksin?
çekeceksen bile bayrağı,
YAŞADIM ULAN DİBİNE KADAR diyemiycek misin?
NanoTeknoloji
Nano, bilim alanında metrenin milyarda biri anlamına gelen bir ölçü birimidir.Nano Teknoloji’ye gün geçtikçe ilgi artıyor. Birçok bilim dalında kullanılan Nano Teknoloji sayesinde doğanın sırlarını çözmeyi amaçlarken, aynı zamanda tıp, elektronik ve makine yapımında yararlanılan bu teknoloji giderek yaygınlaşıyor.
Nano Teknoloji gittikçe daha fazla ilgi uyandıran bir bilim dalı olmaya başladı. Yunanca’dan alınma olan ve “cüce” anlamına gelen Nano kelimesi bilim alanında, metrenin milyarda biri anlamına gelen ölçü birimi olarak kullanılıyor. Bu teknolojiden en fazla yararlanılan alanlar tıp, elektronik ve makine yapımı.
Nano Teknoloji kullanılarak çok küçük makineler yapılabildiği gibi “akıllı” malzemeler üretilebiliyor. İşte bu teknolojiye ilgi gösteren bilim adamları da Almanya’nın Münster kentinde buluştu. Toplantıda öncelikle Nano Teknoloji’nin fizik, kimya, biyoloji gibi birçok bilim dalını biraraya getirmesi özelliği ele alındı. Bu noktaya dikkat çeken Münster Üniversitesi Nano Teknoloji Merkezi Profesörü Harald Fuchs, Nano Teknoloji ile yaşamın sırlarını aralamayı planladıklarını belirterek, “En önemlisi sürecin kendi kendisini örgütlemesi” dedi ve bu teknoloji ile neler yapılacağını şöyle anlattı: “Biyolojik yapıların örgütlenmesinde bunu gözlemleyebiliyoruz. İşlevsel yapıların ortaya çıktığı heryerde öz örgütlenme çok önemli. Nano Teknoloji ile bizim istediğimiz şekilde çalışmak üzere kendi yapılarını örgütleyen makineler yapabiliriz. Doğanın nasıl örgütlendiğini henüz tam olarak çözemedik.
Doğadaki süreçlerin doğrusal olarak işlemediğini biliyoruz. Öyle özel yapılar var ki, doğrusal fizikle açıklamak mümkün değil.” Doğanın sırları Prof. Fuchs, doğanın sırlarını Nano Teknoloji ile çözmeyi planlıyor. Doğrusal olmayan doğal süreçlerin kare, küp ya da başka geometrik biçimlere sığdırılması mümkün değil. Ama artık bilgisayar yardımı ile geometriye uymayan doğal süreçleri de anlamak mümkün...
Nano Teknoloji gittikçe daha fazla ilgi uyandıran bir bilim dalı olmaya başladı. Yunanca’dan alınma olan ve “cüce” anlamına gelen Nano kelimesi bilim alanında, metrenin milyarda biri anlamına gelen ölçü birimi olarak kullanılıyor. Bu teknolojiden en fazla yararlanılan alanlar tıp, elektronik ve makine yapımı.
Nano Teknoloji kullanılarak çok küçük makineler yapılabildiği gibi “akıllı” malzemeler üretilebiliyor. İşte bu teknolojiye ilgi gösteren bilim adamları da Almanya’nın Münster kentinde buluştu. Toplantıda öncelikle Nano Teknoloji’nin fizik, kimya, biyoloji gibi birçok bilim dalını biraraya getirmesi özelliği ele alındı. Bu noktaya dikkat çeken Münster Üniversitesi Nano Teknoloji Merkezi Profesörü Harald Fuchs, Nano Teknoloji ile yaşamın sırlarını aralamayı planladıklarını belirterek, “En önemlisi sürecin kendi kendisini örgütlemesi” dedi ve bu teknoloji ile neler yapılacağını şöyle anlattı: “Biyolojik yapıların örgütlenmesinde bunu gözlemleyebiliyoruz. İşlevsel yapıların ortaya çıktığı heryerde öz örgütlenme çok önemli. Nano Teknoloji ile bizim istediğimiz şekilde çalışmak üzere kendi yapılarını örgütleyen makineler yapabiliriz. Doğanın nasıl örgütlendiğini henüz tam olarak çözemedik.
Doğadaki süreçlerin doğrusal olarak işlemediğini biliyoruz. Öyle özel yapılar var ki, doğrusal fizikle açıklamak mümkün değil.” Doğanın sırları Prof. Fuchs, doğanın sırlarını Nano Teknoloji ile çözmeyi planlıyor. Doğrusal olmayan doğal süreçlerin kare, küp ya da başka geometrik biçimlere sığdırılması mümkün değil. Ama artık bilgisayar yardımı ile geometriye uymayan doğal süreçleri de anlamak mümkün...
25 Ocak 2011 Salı
Cici kızlar değil Cesur kızlar Kariyer yapıyor..
ABD´´de Corporate Coaching International ´´ın Başkanı Lois P. Frankel´´in son kitabı da bunlardan birisi. "Cici Kızlar Başarılı Kariyer Yapamazlar" başlıklı kitabında yazar, kadınlara iş yaşamında başarılı olmak istiyorlarsa herşeyden önce genç kızlıktaki davranışlarını geride bırakmalarını öneriyor.
Frankel, daha çocukluktanitibaren kızlara mutluluk ve başarının kibarlık, naziklik, baş kaldırmama ve uyumlulukla erişilebileceğinin öğretildiğini söyleyerek, kadınların öncelikle bu inançtan kurtulmalarını öneriyor.
Kadınlar daha başarılı
Frankel kadınlara öncelikle diledikleri rolün ne olduğunu anlamalarını,sonra da çevrelerindeki tüm olumsuz ögelere karşı kendilerini korumaya alarak yalnızca içlerinden gelen sesi dinlemelerini öneriyor. Kadınların en önemli hatalarının aslında kendi kendilerine zarar verecek hareketlerde bulunmaları olduğunu söylüyor.
TheIndependent ´´da yayınlanan ve ünlü Henley Management College´´dan elde edilen veriler, genç kadınların yaşıtları erkeklere göre daha uzun saatler çalışıp, daha fazla emek harcadıklarını ve yaşıtları erkeklere göre daha başarılı olduklarını ortaya koyuyor.
Erkekler samimiyetten uzak
Bocconi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Maria Cristina Bombelli de aynı konu üzerineİtalyan kadınlarını inceleyen bir kitap çıkarmak üzere. "Tutku ve Yorgunluk´´ isimli kitapta Bombelli, kadınların en önemli sorununun başkalarının fikirlerini çok önemsemeleri olduğunu ve bu yüzden kendi yollarını bulmakta zorlandıklarını söylüyor.
Aynışekilde , iş yaşamında erkekleri babaları veya arkadaşları olarak seçen kadınların da bu ilişkilerde hayal kırıklığına uğradıklarını çünkü bu erkeklerin çoğu kez onların dilediği dürüstlük ve samimiyetten uzak davrandıklarını vurguluyor.
Başarının püf noktaları
Erkek gibi davranmayın
Kadınlara özgü,işbirliğine ve dinlemeye açık olma özelliğinizi koruyun. Güç kullanmak yerine ilişkilerinizi kullanın.
Polemiklere girmeyin
İş yaşamı sizin inançlarınızı savunmakiçin bulunduğunuz bir alan değildir. Çatışmalarınızı seçerek yapın.
Tacizleri tolore etmeyin
Başta cinsel tacizler olmak üzere, haklarınıza yapılan her türlü tacize karşı direnin. Olayları net bir biçimde görmeye ve göstermeye çalışın kisonradan başınıza gelecek daha tatsız süprizleri engelleyebilin.
Vakit kaybetmeyin
Başkalarına sizin vaktinizi çalmalarıiçin izin vermeyin. Sınırlarınızı açıkça belli edin.
Aptallara yardım etmeyin
Aptallardan uzak durun, onları korumayın. Sonuçta onların hataları yüzünden suçlanmamakiçin baştan tehlikelerden uzak durun.
Kendinizi motive edin
Profesyonelliğinizi asla küçük görmeyin.Şirketinize yaptığınız katkılardan dolayı gurur duyun. Kendi kendinizi motive edin.
Flört etmeyin
Patronla veya müdürünüzle macera yaşamaya kalkışmayın. Böyle durumlarda her zaman kadınlar eleştirilen ve zarar gören taraf olur. Genelde erkekler kolaylıkla durumdan kendilerini kurtarır.
Kendinizden bahsetmeyin
Çevrenize verdiğiniz özel bilgileri ve bu bilgileri kime verdiğinize dikkat edin. Ağlamanız gerekiyorsa, bunuofis dışında bir yerlerde yapın.
Müdürü babanız yapmayın
Duygularınıza hakim olun. Patronunuzu veyamüdürünüzü bir baba figürü olarak görmekten kaçının. Objektif olursanız, uygun tepkileri de vermeyi başarırsınız.
Frankel, daha çocukluktan
Kadınlar daha başarılı
Frankel kadınlara öncelikle diledikleri rolün ne olduğunu anlamalarını,
The
Erkekler samimiyetten uzak
Bocconi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Maria Cristina Bombelli de aynı konu üzerine
Aynı
Başarının püf noktaları
Erkek gibi davranmayın
Kadınlara özgü,
Polemiklere girmeyin
İş yaşamı sizin inançlarınızı savunmak
Tacizleri tolore etmeyin
Başta cinsel tacizler olmak üzere, haklarınıza yapılan her türlü tacize karşı direnin. Olayları net bir biçimde görmeye ve göstermeye çalışın ki
Vakit kaybetmeyin
Başkalarına sizin vaktinizi çalmaları
Aptallara yardım etmeyin
Aptallardan uzak durun, onları korumayın. Sonuçta onların hataları yüzünden suçlanmamak
Kendinizi motive edin
Profesyonelliğinizi asla küçük görmeyin.
Flört etmeyin
Patronla veya müdürünüzle macera yaşamaya kalkışmayın. Böyle durumlarda her zaman kadınlar eleştirilen ve zarar gören taraf olur. Genelde erkekler kolaylıkla durumdan kendilerini kurtarır.
Kendinizden bahsetmeyin
Çevrenize verdiğiniz özel bilgileri ve bu bilgileri kime verdiğinize dikkat edin. Ağlamanız gerekiyorsa, bunu
Müdürü babanız yapmayın
Duygularınıza hakim olun. Patronunuzu veya
Ürün Fabrikada, Marka Zihinde Oluşur
Eski kuşaklar, insanların marka haline gelmesini kabullenemiyor. Bir gazeteci Süleyman Demirel’e “Siz siyasette bir marka mısınız?” diye sorduğunda, “Malların markası olur, insanların markası olmaz!” cevabını almıştı.
Ama günümüzde her şey, hattaülkeler markalaşma çalışması yapıyorlar. Turizmde , dış ticarette başarılı ve dünya politikasında etkili olmanın yolu, ülkenin / şehrin marka haline gelmesidir.
Marka üründen öte bir şeydir
Tüketici tarafından alınan, tatmin sağlayanbir şeydir. Markanız size neler sağlar?
Hedef kitle veürününüz arasında kurulan sürekli bir ilişki,
Her seferinde hedef kitleyle kurulan duygusal bağlar,
Kişilikli, karakterli, itibarlı insan,
Kalite ve güven,
Tutku.
SİZ kimsiniz?
Geleneksel, samimi, dürüst,düşünceli , klasik, neşeli; duyarlı, dostça, cesur; heyecanlı , hayat dolu, cana yakın, maceracı, yaratıcı, şaşırtıcı, artistik, modern ; bağımsız, çağdaş, yenilikçi , güvenilir ; çalışkan, verimli, dikkatli, zeki; teknik, ciddi, başarılı; kendinden emin, etkili, iyi görünüşlü, gösterişli, görmüş geçirmiş, çekici; seksi, nazik, dışadönük, aktif, atletik, dayanıklı, güçlü, anlamlı…
Öncelikle neye sahip olduğunuzu bilmelisiniz.
Sahip olduğunuz şeyi tanıtamıyorsanız başarılı olamazsınız. Eğer sahip olduğunuz şeyin değerini bilmiyorsanız,kazançlı olamazsınız, fayda elde edemezsiniz. Siz ne kadar bilgili iseniz ve bunu ne kadar ifade edebiliyorsanız, o kadar etkin ve tutarlı olabilirsiniz.
İnsanlar neden sizi tercih etsinler?
İnsanlarbir markayı satın alırken sadece o ürünü değil, ürün hakkındaki tüm algıyı satın alıyor .
Kişisel markanızı yaratın!
Kişisel değerlerinizin markalaştığını hayal edin!
Prensipleriniz marka değerleriniz, karakteriniz marka kimliğiniz, görünüşünüz size ait logonuz, isminiz markanız... Kariyeriniz sizin sorumluluğunuzda...
Kişisel marka, gerçekleşmesini istediğiniz vemümkün gördüğünüz vizyonun içerisinde sizin yerinizi, sizin amaçlarınızı ve kattığınız değeri simgeler.
Başarılı bir kişisel marka öncelikle sizin kendinizi ve sizeözel farklılıklarınızı belirlemenize ve başarınızı bunlar üzerine kurmanıza yarar.
Markanız sizin güçlü yanlarınızın, becerilerinizin, değerlerinizin ve tutkularınızın ifadesi olmalı. Buözellikleriniz sayesinde kendinizi farklılaştırma ve yaşamla ilgili aldığınız kararlarda işinizi kolaylaştıracaktır .
Kendinizi tanıyor musunuz?
Güçlü yönlerinizi ve limitlerinizi biliyor musunuz?
Kendinize güveniyor musunuz?
Duygularınızın farkında mısınız?
Onları etkili kullanabiliyor musunuz?
Karar alırken önsezilerinizden yararlanabiliyor musunuz?
1 söz
“Eğermesajı taşıyanı sevmezlerse, mesajı da almayacaklardır.”
1 öneri
Kendinizi fark etmek için gözlerinizi açın ve aynaya bakın. Gözlerinizi kapatın, aynada kigörüntüyü zihninizde canlandırın ve tekrar bakın. Neler gördünüz, ne farklar var?
Bu çalışmayı her gün yapın. İkigörüntü de aynı olana kadar…
Ama günümüzde her şey, hatta
Marka üründen öte bir şeydir
Tüketici tarafından alınan, tatmin sağlayan
Hedef kitle ve
Her seferinde hedef kitleyle kurulan duygusal bağlar,
Kişilikli, karakterli, itibarlı insan,
Kalite ve güven,
Tutku.
SİZ kimsiniz?
Geleneksel, samimi, dürüst,
Öncelikle neye sahip olduğunuzu bilmelisiniz.
Sahip olduğunuz şeyi tanıtamıyorsanız başarılı olamazsınız. Eğer sahip olduğunuz şeyin değerini bilmiyorsanız,
İnsanlar neden sizi tercih etsinler?
İnsanlar
Kişisel markanızı yaratın!
Kişisel değerlerinizin markalaştığını hayal edin!
Prensipleriniz marka değerleriniz, karakteriniz marka kimliğiniz, görünüşünüz size ait logonuz, isminiz markanız... Kariyeriniz sizin sorumluluğunuzda...
Kişisel marka, gerçekleşmesini istediğiniz ve
Başarılı bir kişisel marka öncelikle sizin kendinizi ve size
Markanız sizin güçlü yanlarınızın, becerilerinizin, değerlerinizin ve tutkularınızın ifadesi olmalı. Bu
Kendinizi tanıyor musunuz?
Güçlü yönlerinizi ve limitlerinizi biliyor musunuz?
Kendinize güveniyor musunuz?
Duygularınızın farkında mısınız?
Onları etkili kullanabiliyor musunuz?
Karar alırken önsezilerinizden yararlanabiliyor musunuz?
1 söz
“Eğer
1 öneri
Kendinizi fark etmek için gözlerinizi açın ve aynaya bakın. Gözlerinizi kapatın, aynada ki
Bu çalışmayı her gün yapın. İki
Ben en çok YÜREKSİZLERİ tanırım..
Ben en iyi yüreksizleri tanırım çünkü en çok onlarla karşılaştım.Umursamamazlıgı hovardalık, insan kullanmayı iş bitiricilik, terbiyesizliği özgüven sananları tanırım. Tüm kötülüklerin başladığı yerde, yani kalpte, yeni tohum ekecek yeri yoksa insanın; ondan köy kasaba olmayacağına inanırım.
Benim de yüreksizliklerim olmuştur elbette! Şimdi kendimi kayırmayayım. Yürüdüğüm hayat yolu, beni bu kaybedenlerle karşılaştırdığında, yaşamın gerçeklerini öğrendim. İlk başlarda ben de belki kendimi kaybetmişimdir ama çabuk toparladım.Vicdanımın, aklımın ve yüreğimin sesi aynı şeyi söylemiyorsa, yapmamayı öğrendim. Ağzımdan çıkan lafın ardında olmayı, onurumu satmadan gurur yapmamayı becerdim.
Erdemden saydım dik durmayı ama gerekirse gül ağacı gibi eğilmeyi de kendime öğrettim. Kadınlığımı koruyarak adam gibi mücadele etmektir hayata bakışım. Egomu törpüleyebildiğim kadar büyüyeceğimi gördüm.
Ne kadar darbe alsam da, aşktan vazgeçmedim. Korkakların, kaybedenlerin, acıya dayanamayanların işidir kaçmak; her vurgunda yere yıkılıp orada kalmak! Düştükçe kalktım inadına, inadına yeniden sevdim.
Ben en iyi yüreksizleri tanırım çünkü onlarla sınadı Tanrı beni. Hep onları çıkardı karşıma, yolumu değiştirecek miyim diye! Özümden de, sözümden de dönmedim!
Kadınlığımı masalara meze etmeden, yalnızlığıma sarınarak bilendim. Bir kılıç kadar keskin olabilirdim çünkü çok dost darbesi yedim ama kalbimi kirletmedim.
Aşık da oldum, acı da çektim, ayrıldım da, ihaneti de yaşadım, küfür de ettim, kavga da ettim, gözyaşı da döktüm, bekleyip sabır da ettim. Bir kadının zarafetine sahiptim, onu içime gömdüm. Erkek gibi durdum yaşamın hamleleri karşısında, sonra bir baktım, bütün yüreksizlerden daha adamdım!Yolun yarısına geldiğimde biraz durup sakinledim. Neden bu kadar koşturduğumu düşündüm.
Temizledim ne varsa etrafımda, kirlileri ve geçmişin ağır yüklerini dışarı attım. Kendime sığındım yalnızlığımda, inançlarıma tutundum. Birileri gitmiş, birileri gelmiş, o adam kötüymüş, bu kadın iyiymiş, ilgilenmedim. Önce insan olmayı kavramak istedim ve ne kadar değiştiğimizi.
Dışarıda adam kalmadı diyen kadınlar ve dışarıda kadın kalmadı diyen adamlar gibi, kendime hiç bakmadan konuşmamak için, yeniden aşka yürüdüm. Orda ezdim kalbimi, orada yeniden ve yeniden acı çektim. Bir daha inandım sevginin gücüne ve artık kaybetmeyeceğime eminim.
Ben en iyi yüreksizleri tanırım çünkü en çok onlarla karşılaştım. Veya onların sayısı o kadar fazlaydı ki, mutlaka birazına çarpmak zorunda kaldım…
24 Ocak 2011 Pazartesi
Can Yücelden bir seçme ...Yaşayınca Anladım......
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir,ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman
olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
23 Ocak 2011 Pazar
İç devrimini yap kendini aş!!
Başarılı ve başarısız insan arasındaki fark nedir?
Neden bazı insanlar istediklerini elde edebiliyorlar bazıları edemiyorlar? Şartlar mı, eğitim mi, para mı, şans mı, zamanlama mı, destekmi bunlardan hangisi etkili olur başarıyı elde etmede?
Ne yazık ki hiç biri... Eğer buna benzer bir liste çıkarıyorsanız kendiniz için üzgünüm ama bunların hepsi sadece bahanedir. Belki gerçektirler ama sizin başarıyı elde etmenizde engelleri saymanız size yardımcı olmayacaktır.
Aslında eğer engelleri saymak istiyorsanız listenize sadece bir tane engel ekleyin; kendinizi. Hiçbir şey size kendi kendinizden daha fazla engel olamaz.
Nasıl mı? Akıl, insanoğlunun önündeki en büyük engeldir. Efendi akıl olduğunda sizi yönetir. Duygu ve düşüncelerinizde yanılsamalar başlar. Egonuz sürekli size bahaneler üretir.
Efendi de yöneten de siz olmalısınız. O zaman akıl engel olmaktan çıkar ve size sınırsız destek vermeye başlar.
İşe duygu ve düşüncelerinizi değiştirmekle başlamalısınız. Ancak o zaman davranışlarınız, eylemleriniz ve sonuçlar değişecektir. Eğer dışarıda bir değişim yaratmak istiyorsanız önce içeride değişim yaratmalısınız. Aksi halde hiçbir şey kalıcı olmayacaktır.
Bu içsel değişim devrimini başlatmak için önce kendinizi tanımanız ve kabullenmeniz gerekiyor.
Başarıyı nasıl algılıyorsunuz? Özgüveniniz nasıl? Kendinizi değerli görüyor musunuz? Her şeyi hak ettiğinize inancınız nasıl? Bütün bu sorular sizi kendi yanıtlarınıza götürecektir hemen olmasa da çabaladığınız ve kabullendiğinizde aslında engellerin dış dünyada değil iç dünyada olduğunu göreceksiniz. İşte tam bu noktada kabul eder ve çabalarsanız değişir ve dönüşürsünüz. Reddederseniz yaşamınızda hep tekrar tekrar dönen olaylar zinciri büyümeye devam edecektir.
Başarıyı nasıl algıladınız sizin başarınızı belirliyor aslında. Eğer başarıyı hep birilerinden daha iyiyi yapmak, mükemmeli yakalamak veya başına en koyduğunuz birçok eylem olarak algılıyorsanız yapamadığınızda içsel enerjinizi kaybedebilir bir sonrakini denemekten de vazgeçebilirsiniz.
Başarıyı "Başarı istediğin bir şeye ulaşmak için gösterdiğin çabadır." Şeklinde algılarsanız yapacaklarınıza, gücünüze, sınırsızlığınıza siz bile inanamazsınız.
Başarılı insanların ortak özelliği her şeyi durum, sonuç ve deneyim olarak algılamalarıdır.
Edison´a, ampulü nasıl yaktığını sorduklarında; "Ben ampulün 9999 defa nasıl yanmayacağını öğrendim." yanıtını vermiştir.
Soichiro Honda, ne geliştirdiği piston ringlerinin Toyota tarafından "bizim standartlarımıza uygun değil" yanıtını aldığında, ne Japon hükümeti fabrikasını kurması için ihtiyacı olan betonu vermediğinde, ne ABD´nin attığı bombalar fabrikasını yerle bir ettiğinde, ne depremde farikasının %80´i yok olduğunda çabalamaktan vazgeçmemiştir. En sonunda "super cop" denen bir motorlu bisiklet yaparak Japon imparatorluğunun özel nişanını almıştır. Ve Honda, yaşanan her şeyi birer sonuç deneyim ve durum olarak kabul ettiği için bir sonraki istekli adımı atacak içsel enerjiyi büyütmüştür.
İşçi Sanders, otoyolun kenarındaki lokantası otoyol başka bir yere taşınınca iflas eşiğine gelir. Sanders´in elinde sermayesi vardır. Bu sermaye sadece bir piliç tarifidir. Bu tarifi satarak lokantalardan prim almayı hedeflemiştir. Neredeyse tüm Amerika´yı arabasında yatarak dolaşır. 10, 20, 50, 100, 200, 500 derken 1000 lokantayı dolaşır. Her reddediliş onu daha fazla kamçılar ve inancını kaybetmez. 1009 uncu lokantayı ikna eder ve bugünkü KFC markası ortaya çıkar.
Başarılı ve başarısız insan arasındaki tek fark aslında sadece düşünceleridir.
Düşüncelerinizi değiştirin tüm yaşamınız değişsin.
12 Ocak 2011 Çarşamba
TARİHİN EN İSABETLİ 10 YÖNETİM KARARI
Tarihin en isabetli 10 yönetim kararı ABD´de yapılan bir araştırmada, Amerikan iş dünyası bugüne dek dünyada alınmış en başarılı 10 işletme yönetimi kararını şöyle belirlemiş... 10. İsviçreli saat üreticilerinin, kendi markaları için birbirleriyle rekabeti sürerken, uluslararası düzeyde öteki ülkelerin saat üreticilerine karşı işbirliği yapma kararı vermeleri. "İsviçre" ve "saat"´in bileşiminden oluşturdukları sözcüğü de, bu amaçla kurdukları ortak şirketin markası olarak belirlediler:"Swatch". Swatch ile birlikte, İsviçre´nin dünya saat piyasasındaki payı yüzde 15´ten yüzde 50´ye yükseldi. 9. Dell´in ürettiği kişisel bilgisayarları tüketicilere doğrudan kendisi satmaya karar verip organizasyonunu da bu amaçla yeniden düzenlemesi. Bu karar sonucunda yalnızca dağıtım kanallarına ayrılan pay değil, şirketin gereksinim duyduğu işletme sermayesi maliyeti de önemli ölçüde düştü. Nihai tüketicilere doğrudan ulaşabilmek, Dell´e ürünlerinde müşteri taleplerine en uygun tasarımı en kısa sürede gerçekleştirme, stok maliyetlerini büyük oranda düşürme ve müşteri hizmetlerinde büyük atılım yapma olanağı kazandırdı . 8. Barbie bebeklerin üreticisi Mattel´in, Barbie´nin yanına erkek arkadaşı Ken´i ekleme kararı. Ken, Barbie serisine eklenen ilk çeşitlemeydi; aynı zamanda , oyuncak bebeğe secere yaratmak, farklı kültürlerden yeni yeni akraba ve arkadaşlar eklemek yoluyla markayı daha da geliştirip güçlendirme politikasının da öncüsü oldu. 7. Antik çağ´da, Tebai kentinde bir köle sahibinin, kaçak bir kölesinin bulunup geri getirilmesi için bir duyuru yayınlatması. Bu duyuru, dünyanın bilinen en eski reklamıdır ve dünya reklamcılığının başlangıcı olarak kabul edilir. 6. Coca-Cola´nın, eski geleneksel formülüne geri dönme kararı. Yeni çıkarılan formül, lezzet testlerinden başarıyla geçtiği ve yeni ürünün tanıtımı için büyük bir reklam bütçesi ayrılıp harcanmaya başlandığı halde, şirket , sadık müşterilerinin istediklerine uyarak eski formülünü sürdürmeyi tercih etti. 5. Henry Ford´un, otomobil fabrikalarında çalışan işçilerin gündelik ücretlerine yüzde 100 zam yapması. Ford bu kararı, otomobil satışlarının hızlanması üzerine almış; gündelik ücretleri 2.5 dolardan 5 dolara çıkarmıştı. 4. Japon otomotiv şirketi Toyota´nın, Amerikalı W. Edward Deming´in ortaya attığı kalite tekniklerini uygulamaya karar vermesi. Amerikalı ve Avrupalı otomotiv firmalarının bu kararı izlemeye başlamaları 1980´leri bulmuştur. Oysa, Toyota bu kararı 1940´larda benimseyip "toplam kalite " anlayışını uygulamaya koymuştu. Bu yaklaşımdaki öncülüğü, Toyota´yı son yıllarda dünya otomotiv sektörünün zirvesine yükseltti. 3. Johnson & Johnson´ın, Tyleon adlı ilacı piyasadan toplama kararı. Birilerinin Tyleon kapsüllerine siyanür bulaştıması yüzünden sekiz kişinin ölmesi üzerine, Johnson&Johnson kendileri için insanların yaşamının ve sağlığının şirket kararlarından daha önemli olduğunu açıklayarak piyasaya verdiği ilaçların tümünü toplayıp imha etti. 2. Apple ´ın, dünyanın ilk kişisel bilgisayarını üretip piyasaya sürme kararı. İlk kişisel bilgisayar olan Apple I´ın ardından Macintosh üretildi ve dünyanın en hızlı gelişen, ilerleyen sektörü böylece ortaya çıktı. 1. Bill Gates´in firması, Microsoft´un geliştireceği işletim sistemini başka bilgisayar üreticilerine de satabilmek için IBM´i ikna etmeyi başarması. IBM´in bu sözleşmenn konusu olan MS-DOS işletim sisteminin geliştirme maliyetinin büyük bir bölümünü ödediği halde, Gates´in istediği hakkı da tanıdı. Bu karar Microsoft´un inanılmaz yükselişinin başlangıcını; IBM´in ise sarsılmaz olduğuna inanılan tahtının sallanmaya, dağılmaya başlamasını simgeler.Kaynak: CU HaberAlıntı : www.humanresourcesfocus.com
10 Ocak 2011 Pazartesi
İş dünyasında "Nöro-ekonomi" dönemi
Öğrenme, beyin hücrelerinin birbirine elektrik akımı taşımasıyla gerçekleşiyor. Akım oluşması için de makul miktarda strese gerekiyor. Ancak aşırı gerginlik hücreler arası bağlantıyı bozarak düşünmeye engel oluyor. Bu gerçeği dikkate almaya başlayan iş dünyası , eğitimleri beynin ihtiyaçlarına göre tasarlamaya başladı.
1990’larda Amerika’nın ünlü başkanlarından ‘Baba’ Bush, “Önümüzdeki 10 yıla beyinleilgili gelişmeler damga vuracak” dediğinde pek çok kişi bunu “dünyayı zeki insanlar yönetecek” olarak algılamıştı. Oysa Bush, bilim dünyasının milyarlarca dolar para harcayarak ortaya çıkardığı ‘beyne ait sırlardan’ ve bunları kullanabilenlerin başarı elde edeceğinden bahsediyordu.
2002 yılında Nobelekonomi ödülünün ilk kez bir psikologa verilmesi , büyük şaşkınlık yaratmıştı. Oysa “deneysel psikolog” olarak tanınan Daniel Kahneman, ekonomiyle ruhsal dünyayı ilişkilendiren bir çalışmayla bu onura layık görülmüştü. Kahneman, “İnsanlar baskı altında karar verdiklerinde ya da birtakım riskler söz konusu olduğunda her zaman akılcı karar almaları beklenemez” diyerek ekonomi dünyasına farklı bir bakış açısı getirmişti.
“2000’li yılların henüz başındayken beynin yeni ortayaçıkarılan fonksiyonlarına odaklanarak çalışmalar yapan farklı alanlardaki “uyanıklar” ve onların başarıları dikkat çekmeye başladı. Konumuz gereği biz bu grup içinde beynin özelliklerini iş hayatına, daha da daraltırsak “insan kaynakları yönetimi-eğitimi”e uyarlayabilenlerle ilgileniyoruz . Dünyada nörolojik bilgilerden insan kaynakları eğitiminde yararlanan henüz az sayıda şirket var. Amerika bu konuda her zaman olduğu gibi başı çekiyor . İngiliz futbol takımı Chelsea , futbolcularının motivasyonu ve performanslarının artması için nöroloji temelli bir eğitim programıyla ön plana çıkmıştı . Takımın İngiliz ve Avrupa liginde gösterdiği başarı ortada…
Stres en büyük düşman
Sistemi “zeka değil aklı kullandıran eğitim” diye nitelendiren ünlü koçve eğitimci Fazıl Oral, beynin fonksiyonlarını dikkate alarak gerçekleştirilen eğitimlerde hem ilişkiler hem de beslenmenin önem kazandığını vurguluyor. Management Centre Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi de olan Fazıl Oral, beyinle ilgili son 10 yılda büyük ilerleme kaydedildiğini ve farklı bölümlerin farklı fonksiyonları yerine getirdiği bilgisinden yola çıkılarak buna göre planlar yapıldığını anlatıyor.
İnsan beyninin sürekli evrimleştiğine dikkatçeken Oral, en genç bölüm olan Prefrontal Cortex ’in problem çözme gibi düşünce gerektiren fonksiyonlarda kullanıldığını ve burada bulunan nöronlar sayesinde akıl yürütülebildiği iddiasında . Bu bölümde bulunan ve hafızanın kaydedicisi olarak nitelendirilen “hipocampus” ise insanlar arasındaki ilişkilerden büyük oranda etkileniyor. Yani “aklı kullandıran eğitim” sistemi çalışanların kendi aralarındaki ve yöneticileriyle ilişkilerinin geliştirilmesine dayanıyor. Araştırmalar gösteriyor ki geçim sıkıntısı olan toplumlarda hipocampus yani hafızanın klavyesi bloke, felç oluyor, çalışmıyor . “Bu nedenle sürekli ‘Türk toplumu unutkan’ diye dert yanarız. Çünkü stres altındadırlar, hipocamus’ları çalışmıyordur ki hatırlasınlar” diyor Fazıl Oral. Bilim adamları hipocampus’un ilk olarak anne sevgisiyle başladığı noktasında birleşiyor. Yetişkin olduktan sonra da ilişkilerin şekillenmesine bağlı olarak gelişiyor. Bu ilişki iş yerinde yöneticiniz de olabiliyor.
NöropsikiyatriHastanesi ’nin kurucu ortağı Prof. Dr. Nevzat Tarhan da artık dünyada nöroekonomi adında yeni bir bakış açışı geliştiğini, özellikle krizlerde yaşanan ruhsal sıkıntıların bu bilime ilgiyi artırdığını anlatıyor. “Şirkette ilişkilerin sağlıklı yürümesi gerekiyor. Aksi takdirde krizlerin oluşması ve uzun süre atlatılamaması kaçınılmazdır” diyen Tarhan, beynin salgıladığı hormonlarla performans ve verimliliğin direk ilişkisi olduğunu vurguluyor.
Dendritlereiyi bakın
Aklı kullandıran eğitimyöntemin temel aldığı diğer bir parça ise dendritler. Yani nöronlarda bulunan bağlantı noktaları. Bilgilerin birbiriyle ilişkilendirilmesi , öğrenmenin gerçekleşmesi bu bağlantı noktaları sayesinde gerçekleşiyor. Öğrenmek için tekrar gerekiyor, ilişki gerekiyor. Örneğin beş gün önce ne yediğinizi hatırlamıyor ama geçen yıl gittiğiniz bir düğünü hatırlayabiliyorsunuz. Çünkü birinde duygusal temel var, ilişkiler var.
Dendrit’lerin en büyük düşmanı adrenalin. Streslive kaygının bol olduğu ortamlarda kişiler gerektiğinden fazla heyecanlanıyor ve adrenalin salgılıyorlar. Bu da dendrit’leri bloke ediyor. Çalışanların üzerindeki baskı arttıkça performans ve verimlilik düşüyor. Bunun nedeni şu örnekle açıklanıyor: “Binlerce kez penaltı atmış tecrübeli bir futbolcu, kritik bir maçtaysa ve seyirci baskısı varsa kolaylıkla kaçırabilir. “Kaçırırsam taraftar beni mahveder” diye düşünürseniz, o hareketle ilgili beceriniz yarı yarıya düşer.”
Şirketlerde de tıpkı futbolda olduğu gibi “bu hedefi tutturmazsanız, hepiniz kovulursunuz” türünden bir baskı,çalışanların gerektiğinden fazla adrenalin salgılamasına neden oluyor. Ve en basit eylemler bile hayata geçemeyebiliyor. Fazıl Oral’a göre bu “220 km hız yapma kapasitesi olan aracın trafik yüzünden 40 kilometre hızla gidebilmesi”ne benziyor. Çünkü stres nedeniyle dendritleriniz çalışmıyor , bilgi akışını sağlayan kanallarınız tıkalı oluyor.
Bu durum uzun sürdüğündeise vücuttaki asit düzeyi artıyor, PH dengesi bozuluyor ve halsizlik, uykusuzluk, öfke şirketteki genel hal halini alıyor. Hatalar, hastalık izinleri artıyor, performans ve nihayetinde verimlilik düşüyor.
Suiçmek şart
Bu sistemle elemanlarının eğitilmesi kararını alanşirketlerde beslenme çok önemli demiştik. Uzun soluklu eğitimler boyunca buna da dikkat ediliyor. Bunun da nedeni dendritlerin dolayısıyla nöronların çalışması için oksijen, su ve glikoza ihtiyaç duyması. Su içilmeyince dendritler arasındaki bağlantı zayıflayabiliyor. Asidik oranı fazla olan yiyecekler bakterileri artırdığından nöronlara zarar verdiği için tercih edilmiyor. Glikoza gelince, bunun da doğal ürünlerden gelen glikoz olması tercih ediliyor. Akşam saatlerine yakın, “yanında tatlı bir şeyler var mı” türünden taleplerin artmasının arkasında bu beynin glikoz ihtiyacı yatıyor. Uzmanlar bu ihtiyacın kuru meyve gibi doğal yollardan alınmasını tavsiye ediyor.
"İyi yöneticin varsa koça ihtiyacın yoktur"
Peki dendritlere neiyi gelir? Cevap : Endorfin. Yani beyindeki acı, üzüntü gibi durumların yarattığı hasarı ortadan kaldırmamıza yarayan hormon. Endorfin, sakinken salgılanan bir hormon. Endorfin salgılandığında beyindeki bilgi akışı hızlanıp, kolaylaşıyor. Şirketlerde bunu yapmakla görevli kişiler de yöneticiler . Nörolojiye dayalı eğitimlerde yöneticilere çalışanlarıyla mutlaka ilişki kurmaları gerektiği anlatılıyor. Belli miktarda heyecan yaratmak için bir miktar stres yaratmak dendritlerin çalışması için gerekli ama baskı yapmak, “ben anlamam bu rakamlar tutmazsa kendini kapının önünde bulursun” türünden adrenalin salgılanmasına neden olan baskılar kesinlikle yasak bu eğitimlerde.
Uzmanlara göre beyin kendini yenileme kapasitesine sahip. Bunun da tek yolu var:ilişkiler . Fazıl Oral iyi bir yöneticiniz varsa, koça ihtiyacınız olmadığını belirtiyor. Çünkü sizin ihtiyacınız olan işle ilgili iyi ilişkiler kurmak. Şirketlerde bu kişi yöneticiler olduğundan, akla dayalı eğitim verilen bir şirkette yöneticilerin elemanları yok sayması mümkün değil. Yöneticisiyle ilişki kuran çalışan , onunla hatalarda da oturup konuşabildiğinden sakin kalabiliyor ve hata yapma payı azalıyor.
En az altı ay süren “aklı kullandıran eğitimler”deyöneticilere “elemanlarınızla sürekli ve doğru iletişim halinde olun ki ilişkiniz kalıcı olsun” mesajı veriliyor . Yöneticilerin özellikle inandırıcı ve içten olmaları isteniyor . Bu ilişlerin yerleştiği bir şirkette tüm çalışanlar arasında “bu şirket bizim” duygusu yani aidiyet duygusu gelişiyor ve toplantı odasından çıkarken ışığı kapatmak gibi sorumluluklar kendiliğinden yerine getiriliyor.
CV geri planda kalıyor
“Aklı kullandıran eğitim” modelinin uygulandığı birşirkette sistem daha elemanları işe alırken hissediliyor. Bu sistemde yöneticiler öz geçmişe çok önem vermiyor . Bunun yerine adayın, olaylar karşısında ne kadar “akılcı” düşündüğüne bakılıyor.
CV, zekayı gösteriyor ancak bu sistemde zeki değil akıllı olmak ön planaçıkıyor . Bu nedenle adaylara “sizi buraya neden alayım?” yerine “çocukluk hayallerinizi anlatır mısınız?” türünden sorular soruluyor. Ya da “seni etkileyen bir başarısızlığın oldu mu, ne yapmıştın?” gibi soruların o kişinin olaylara ne kadar akılcı yaklaştığını belirlemekte yardımcı olacağı düşünülüyor.
Eğitimlerde beyin tanıtılıyor
• Aklı kullandıran eğitimler en az altı ay sürüyor. Temel olarak katılımcılara önce beyninçeşitli bölümlerinin fonksiyonları anlatılıyor. Daha sonra hangi bölümün çalışması için şirkette nasıl bir yapılanma olması gerektiği anlatılıyor.
• Beyninçalışma mekanizması ve onu besleyenler anlatıldıktan sonra diyaloglara geçiliyor. Örnek diyaloglar ya da karşılıklı görüşmelerle pratik yapılıyor.
•Çalışanların kendi aralarında ve yöneticileriyle nasıl sağlam ilişkiler kurabileceği, nasıl kalıcı ve güvenli ilişkiler geliştirebilecekleri üzerinde egzersizler yapılıyor.
• Çok okunması gerektiği anlatılıyor. Bilgiyehızlı ulaşım için yatırımlar öneriliyor.
• Toplantıodalarından masalar kaldırılıyor. Çalışanlara evdeki gibi bir sohbet ortamı yaratılıyor.
• Nefes egzersizleri yaptırılıyor. Çünkü beynin oksijeneihtiyacı var.
• Eğitim boyunca ödevlerveriliyor . Bunlar üzerinde çalışılıyor.
1990’larda Amerika’nın ünlü başkanlarından ‘Baba’ Bush, “Önümüzdeki 10 yıla beyinle
2002 yılında Nobel
“2000’li yılların henüz başındayken beynin yeni ortaya
Stres en büyük düşman
Sistemi “zeka değil aklı kullandıran eğitim” diye nitelendiren ünlü koç
İnsan beyninin sürekli evrimleştiğine dikkat
Nöropsikiyatri
Dendritlere
Aklı kullandıran eğitim
Dendrit’lerin en büyük düşmanı adrenalin. Stresli
Şirketlerde de tıpkı futbolda olduğu gibi “bu hedefi tutturmazsanız, hepiniz kovulursunuz” türünden bir baskı,
Bu durum uzun sürdüğünde
Su
Bu sistemle elemanlarının eğitilmesi kararını alan
"
Peki dendritlere ne
Uzmanlara göre beyin kendini yenileme kapasitesine sahip. Bunun da tek yolu var:
En az altı ay süren “aklı kullandıran eğitimler”de
CV geri planda kalıyor
“Aklı kullandıran eğitim” modelinin uygulandığı bir
CV, zekayı gösteriyor ancak bu sistemde zeki değil akıllı olmak ön plana
Eğitimlerde beyin tanıtılıyor
• Aklı kullandıran eğitimler en az altı ay sürüyor. Temel olarak katılımcılara önce beynin
• Beynin
•
• Çok okunması gerektiği anlatılıyor. Bilgiye
• Toplantı
• Nefes egzersizleri yaptırılıyor. Çünkü beynin oksijene
• Eğitim boyunca ödevler
Mükemmellik bir alışkanlıktır!
Günaydın! O sabah yarı uykulu halimden sıyrıldım birden ve etrafıma bakındım. Benden başka kimse yoktu ve hiç tanımadığım biri bana gülerek günaydın diyordu. Hem de bir Cumartesi sabah 6:30’da. Alışkın olmadığımdan olsa gerek, biraz şaşırdım. Ben İstanbul ’da hafta sonunda, sabahın erken bir saatinde dışarı çıktığımda genellikle sokaklarda kimse olmaz, olsa da zaten bir tatil gününde o kadar erken kalkmış olmaktan dolayı canı sıkkın olur. Sonuç olarak gülümseyen bir yüz ve “Günaydın” diyen enerjik bir ses duyma şansım neredeyse yok gibidir. Eğer siz o enerjik ve çevreye neşe saçan insanlardansanız, ne mutlu bir azınlıktansınız, bir bilseniz... Nezaket kurallarının modasının geçtiği yargısına varmak için acele etmemek gerek. Çünkü bu kurallar, mükemmelliğe giden yolda en iyi egzersiz. Bir gülümseme yeter...Günümüzde bir gülümsemenin, başımızla selam vermenin ya da dostça bir kaç kelime etmenin kişiler üzerinde ne kadar rahatlatıcı , ne kadar olumlu bir etkisi olduğunu unuttuk . Çevremizdekilerle etkileşime girmemek için yüzlerce sebep buluyoruz kendimizce. Zamansızlık, ilgisizlik, reddedilme korkusu, hata yapma korkusu, bilinmeyenden korkma ya da belki o kişinin/kişilerin farkına varmama... Beyinlerimiz, onlarca dosyanın açık olduğu bilgisayarlar gibi. Hatta bir kısmı hata mesajı bile veriyor:”Yetersiz bellek” ve kendiliğinden kapanıyor. Bu yoğunlukta bir de başkalarına mı vakit ayıracağız? Kendimize bile zaman bulamıyoruz. İkna olmak ne kadar olay öyle değil mi? Son derece gerçekçi duruyor sebeplerimiz. Oysa ki yürürken yüzünüzde oluşacak bir gülümseme eşliğinde başınızla selam vermek belki 10 saniye bile sürmez. O yüzden bahanelere sığınmayı bırakıp, gerçeklerle yüzleşelim. Gittikçe asosyal oluyoruz. Karşı dairemizde oturanı, hatta bizimle aynı şirkette, aynı katta çalışanı bile tanımıyoruz ya da tanımak istemiyoruz. Neler oluyor bizlere? Nezaketin modası geçti mi?1930 yılnda Thorndike 3 çeşit zekadan bahsetmiştir; soyut, mekanik ve sosyal zeka. Sosyal zekayı tanımlarken de başkalarını anlama ve insan ilişkilerinde akıllıca/bilgece davranma becerisi sözlerini kullanmıştır. Sosyal zekanın akademik beceriden farklı olduğunu ve insanların hayatta başarılı olmalarını sağlayan anahtar faktör olduğunu yazmıştır. Günümüzde duygusal zekanın içinde kabul edilen sosyal zekanın, nesilden nesile düşmesi belki de neden insanlara bu kadar uzak durduğumuzu açıklayabilir. Diğer taraftan yapılan araştırmalar, aslında pek çok kişinin probleminin nasıl etkileşime gireceğini bilmemesi ya da emin olmaması olduğunu belgeliyor. Neden bilemiyoruz dersiniz? Bana göre açıklaması son derece basit. Çünkü bizler insan ilişkilerini düzenleyen en önemli unsuru , nezaket kurallarını hayatımızdan çıkartma yoluna gittik. Çünkü bizler, Jullian Baggini’nin söylediği gibi salt görgü kuralları ile günlük ahlak arasındaki ayırımı yapmakta başarısızlığa uğradık . Nezaket kurallarının modasının geçtiğini düşündük içimizden, ne gerek var öğrenmeye, uygulamaya dedik. Yemek yerken hangi çatalı kullandığımın ne önemi var ki, önemli olan benim bilgim, ünvanım , kişiliğim dedik. Ama farkına varmadan insanlarla ilişkilerimizi düzenleyen, bizleri diğerlerine yaklaştıran, toplumu toplum yapan bazı güzel alışkanlıkların da ortadan kalkmasına sebep olduk. Çevremizdekilere saygı göstermenin, onların toplu taşıma araçlarına itilmeden inip binme haklarına saygı duymak olduğunu unuttuk . Açık havada ya da bir kafede oturan kişinin orada kaldığı tüm süre boyunca bizim sesimizi dinlemek ve attığımız kahkahalara hogörü göstermek zorunda olmama hakkını unuttuk . Biz aslında sosyal açıdan ilerlemenin , gelişmenin medeni olmak, kibar olmak, görgü kurallarına uymak demek olduğunu unuttuk . Nezaket küçük ayrıntılarda gizliSadece özel hayatımızda değil iş hayatımızda da kendimizi kaybettik bir anlamda. Sözlerimizle, tavırlarımızla çoğu zaman birlikte çalıştığımız kişileri ezip geçiyoruz. En başarılı olmak adına, diğerlerinden daha iyi olmak adına çoğu zaman çevremizdekilerin ne hissettiğine önem vermiyoruz. Günümüzün materyalist dünyasında nezaketin yerini sorguluyoruz. Oysa insanlarla nasıl konuştuğunuz , telefona nasıl cevap verdiğiniz, hangi ortamda ne giydiğiniz, müşterilerinizi ya da sizinle çalışan kişileri başkalarıyla nasıl tanıştırdığınız, nasıl tokalaştığınız, toplantılarda, iş yemeklerinde nasıl davrandığınız sadece diğerleriyle olan ilişkilerinizi düzenlemek ve onların kendilerini kötü hissetmelerine engel olmakla kalmaz, sizin de daha iyi bir imaj sergilemenizi sağlar. Nezaket kurallarını neden öğrenmeliyiz?Nezaket kuralları züppelik değildir. Modası geçmiş bir kurallar zinciri de değildir. Kendinize ve çevrenizdekilere gösterdiğiniz saygının bir kanıtıdır. Fransızların söylediği gibi, istediğiniz, elde etmek için çaba harcadığınız başarının biletidir gerçekten de. Nezaket kurallarını bilmek ve uygulamak size kendinizi daha farklı , daha iyi hissettirir. Kendinize güveniniz artar. İnsanlar sizden hoşlanmaya başlar. Çünkü siz bu sayede onlara kendilerini özel hissettirmeye başlarsınız. Bunun insanlar üzerindeki etkisi sizi unutulmaz yapmaya yeter. Eminim iş hayatında ya da özel hayatınızda kibarlığı ve doğru davranışı sayesinde düştüğünüz nahoş bir durumu, pozitif bir hale dönüştürmeyi başarmış, sizi rezil olmaktan kurtarmış bir kahraman vardır. Mesela çatalınızdan masaya düşürdüğünüz et parçasını görmemezliğe gelen, hatta diğerleri ile konuşmaya başlayarak dikkatleri başka tarafa çeken ve size gerekli önlemi almak için vakit sağlayan satış elemanı. Nasıl da kurtarmıştı sizi patronun önünde küçük düşmekten? Hala hatırlarsınız onu, hatta bölge satış müdürlüğü pozisyonu için tanıdığınız birileri olup olmadığını soran arkadaşınıza da onun ismini vermiştiniz... Unutmayalım ki iş görüşmelerinde, iş toplantılarında, fuarlar, kongreler, seminerler kısaca kendinizi ve şirketinizi temsil edeceğiniz her hangi bir ortamda “Cilalı profesyonel” olmanın önemli koşullarındandır iş hayatının nezaket kurallarını bilmek ve uygulamak . Sürekli olarak ne yapıyorsak oyuzİş hayatının kurallarını bilmek bizleri ayrıcalıklı yapar. Bu konuya özen göstermemiz daha profesyonel bir imaj vermemizi sağlar ki bu da saygınlığımızı ve güvenilirliğimizi arttırır. Pek çok kişiden daha iyi bir eğitim aldığınızı ve insanlara özen gösterdiğinizi ortaya koyar. İnsanların öğrendiklerini içselleştirmesi ve davranışlara dönüştürmesi için tekrarlaması gerekiyor. Duymak, görmek, okumak yetmiyor. Yapmak gerekiyor. Aristo’nun da dediği gibi: ”Bizler sürekli olarak ne yapıyorsak oyuz. Bu durumda mükemmellik bir fiil değil, bir alışkanlıktır.”
Güç peşinde koşarken Satılan mutluluklar...
İnsanların daha güçlü olabilmek için verdiği çabaları izliyorum.
Gayretlerin hırs haline gelişine tanıklık ediyorum. Amaçlarınaulaşmak adına sattıkları mutluluğun farkına varamayanların koşturmacasını, günlük hayat içinde defalarca görmek mümkün. Neyi, ne adına yaptıklarının farkına varmadıkları için, düştükleri tuzağın da ne olduğunun ayrımını anlayamadan yaşanan süreçleri sadece seanslarımda dinlemiyorum, çevremde gözlemlediğim insanlarda, okuduğum gazete haberlerinde her gün yeni örnekler görüyorum.
Her birimizin yaşamdaki en temel arayışı güvendir. Yaşam amaçlarımızı belirleyen temel motivasyon, aslında sahip olduğumuz kaygıya karşı bir güvence sağlama arayışından başka bir şey değildir. Yani diyebilirim ki; güç peşinde koşturan bir insanın aslında yaşamında ciddi biçimde başa çıkmaya çalıştığı çaresizlik duyguları mevcuttur. Kurguladığım bu temel psikolojik mantık dizinini takip edersek, saygınlık peşindeki bir kimsenin de aslında küçük düşmekle ilgili ciddi temel korkuları olduğunu söyleyebiliriz.
Güç arayışı patolojik mi?
Daha önceki yazılarımda, yaşamındaki kaygıları gidermek için sevilme peşinde koşan, kendini güvende hissetme duygusunu ancak başkaları tarafından sevildiğini görürse yaşayabilen insanlardan sıkça bahsetmiştim. Bazıları ise güvenlerini kendiüzerlerinden sağlamak adına zengin olma, mal mülk edinme, saygınlık kazanma derdine düşer. Peki ama tüm güç arayışları patolojik midir?
Sağlıklı süreçlerdeki güç arayışlarında, gücü bir kaygıyı gidermek adına aramayız. Güç arayışının temelinde o kişinin nefretleri ve aşağılık duyguları rol oynamaz. Enteresandır, artık ilgi ve sevgi alamayacağını düşünmeye başlayan kimseler, kaygılarını bastırmak adına güç elde etme çabalarını arttırırlar.
Mutlu olabilmek adına güç arayışı peşinde yaşamını sürdürürken, her geçen gün mutluluğundanuzaklaştığını fark edemeyen insanların önce kendilerindeki iki temel durumun farkına varmaları gerekir,
Birincisi, önemsiz biri olmanın onları ne kadar korkuttuğunun farkına varmaları;
İkincisi, insanları nasıl güçlü ve zayıf diye sınıflandırdıklarının ve güçlülere hayranlık duyarken zayıfları nasıl küçümsediklerinin farkına varmaları.
Kişiliği bunları görmesini engelleyen veya görme cesaretindenuzak olan insanlar, mutlu olmaktan ve mutlu etmekten uzak olacaktır. Bana kalırsa işin daha da üzücü kısmı, bu insanların yaşamlarını, -kendi yüzleşmedikleri- diğerlerine karşı düşmanlıkların ele geçirmesidir. İç dünyasındaki çaresizliklere karşı güç edinme uğraşındaki insanın, diğerlerine egemen olmak ve hükmetmek adına bir uğraşa girmesi veya yoksul kalmamak adına mal mülk edinmeye çalışan insanın, başkalarını yoksullaştırma eğilimi bunlara örnektir. Kimi zamanlar ise küçük düşmekle ilgili kompleksi olan birinin saygınlık kazanmak adına başkalarını küçük düşürmeye çabaladığını görebilirsiniz.
Güç arayışı peşinde, hem kendisini ve hem de kendisini sevenleri mutsuz eden insanların temel özelliklerinden biri, canının istediği her şeyi ne pahasına olursa olsun gerçekleştirme isteğidir. Onlar, beklentilerinin her an doyurulmasını isterler. Beklentileri doyurulmadığı an öfke patlamaları gösterebilirler. Gecikmelere, öncelik almamaya, beklemeye tolerans gösteremezler. Kendi arzularına boyun eğilmesini beklerler.
Kendi isteklerinizle yüzleşmelisiniz. İsteklerinin ortaya çıkmasına sebep olanihtiyaçlarını soyut olarak değerlendirme yetisine kavuşanlar, mutlu olmaya ve mutlu etmeye daha yakın olacaktır. Aksi halde, kendilerine kurdukları yalancı bir dünyada, ödedikleri ve ödettikleri bedelden habersiz yaşamlarını sürdürecektir.
Gayretlerin hırs haline gelişine tanıklık ediyorum. Amaçlarına
Her birimizin yaşamdaki en temel arayışı güvendir. Yaşam amaçlarımızı belirleyen temel motivasyon, aslında sahip olduğumuz kaygıya karşı bir güvence sağlama arayışından başka bir şey değildir. Yani diyebilirim ki; güç peşinde koşturan bir insanın aslında yaşamında ciddi biçimde başa çıkmaya çalıştığı çaresizlik duyguları mevcuttur. Kurguladığım bu temel psikolojik mantık dizinini takip edersek, saygınlık peşindeki bir kimsenin de aslında küçük düşmekle ilgili ciddi temel korkuları olduğunu söyleyebiliriz.
Güç arayışı patolojik mi?
Daha önceki yazılarımda, yaşamındaki kaygıları gidermek için sevilme peşinde koşan, kendini güvende hissetme duygusunu ancak başkaları tarafından sevildiğini görürse yaşayabilen insanlardan sıkça bahsetmiştim. Bazıları ise güvenlerini kendi
Sağlıklı süreçlerdeki güç arayışlarında, gücü bir kaygıyı gidermek adına aramayız. Güç arayışının temelinde o kişinin nefretleri ve aşağılık duyguları rol oynamaz. Enteresandır, artık ilgi ve sevgi alamayacağını düşünmeye başlayan kimseler, kaygılarını bastırmak adına güç elde etme çabalarını arttırırlar.
Mutlu olabilmek adına güç arayışı peşinde yaşamını sürdürürken, her geçen gün mutluluğundan
Birincisi, önemsiz biri olmanın onları ne kadar korkuttuğunun farkına varmaları;
İkincisi, insanları nasıl güçlü ve zayıf diye sınıflandırdıklarının ve güçlülere hayranlık duyarken zayıfları nasıl küçümsediklerinin farkına varmaları.
Kişiliği bunları görmesini engelleyen veya görme cesaretinden
Güç arayışı peşinde, hem kendisini ve hem de kendisini sevenleri mutsuz eden insanların temel özelliklerinden biri, canının istediği her şeyi ne pahasına olursa olsun gerçekleştirme isteğidir. Onlar, beklentilerinin her an doyurulmasını isterler. Beklentileri doyurulmadığı an öfke patlamaları gösterebilirler. Gecikmelere, öncelik almamaya, beklemeye tolerans gösteremezler. Kendi arzularına boyun eğilmesini beklerler.
Kendi isteklerinizle yüzleşmelisiniz. İsteklerinin ortaya çıkmasına sebep olan
Aşk acısı da geçer...
Aşk acısı çekiyorsanız yada karşılıksız aşka düşmüş iseniz kurtulmanız imkansız değildir. Sadece biraz çaba sarfetmeniz gerekir. Yapmanız gerekenlerden bazılarını aşağıda maddeler halinde bulabilirsiniz.
Ah bu şarkıların gözü kör olsun”
- Kesinlikle içinizde geri dönermi dönmezmi şeklinde bir umut bırakmamanız, kararlarınızı ona bırakmamanız
ve onun düşüncesi ne olursa olsun kendi kararınızı uygulamanız gerekir. - Artık ondan vazgeçtikten sonra ona karşı hayranlık yada nefret duyguları beslememeniz gerekir. Özellikle de bir sebepten ayrıldığınız yada sizi reddeden birine karşı nefret besleyebilirsiniz; fakat nefretiniz onu unutmanızı zorlaştıracaktır.
- Size onu hatırlatacak duygu yüklü şarkılardan kaçınmalısınız. Bu çok önemlidir. Bu şarkıları dinlemeye devam ederseniz bu yazıyı hiç okumayın daha iyi.
Ah bu şarkıların gözü kör olsun”
- Eğer mümkünse ondan
ve çevresinden uzaklaşmanız yararınıza olacaktır. - Eğer uzaklaşmak mümkün değilse, onunla
konuşmayacağım veya görmemezlikten geleceğim diye kendinizi kasmanız bir işe yaramayacağıgibi , tam ters sonuçlar da alabilirsiniz. Onu görmektenve onunla kaçınmak yerine ona herhangi biriymişkonuşmaktan gibi davranmak en mantıklı davranış olacaktır. - Mümkünse ona olan sevginizi hiç dile getirmemeniz, özellikle üçüncü şahıslardan
ve hatta kendinizden bile saklamanız yararınıza olur. - Kendinizi yeniden aşık olmak için zorlamayın. Bana göre en çok yapılan hata budur. Birini unutmak adına kendinize yapay bir aşk elde edebilirsiniz
ve durumunuzun daha da karmaşıklaşmasına neden olabilir. - Son olarak “ben hiç bir zaman onu unutamayacağım” şeklinde sıradan insan düşüncesine kendinizi kaptırmayın. Mutlaka unutacaksınızdır. Bir çok kişi unutamam sanmış ama unutmuştur. “bir rüyadır gelir geçer
her aşk bir gün hayal olur
unutulmaz denen günler
unutulur unutulur..”
Hayata Dair İnciler
*Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.
*Kendini en iyilerle kıyaslamak değil kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
*İnsanların basına ne geldiği değil o durumda ne yaptıkları önemli.
*Ne kadar küçük dilimlersen dilimle her işin iki yüzü var.
*Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
*Karşılık vermek düşünmekten çok daha basit.
*Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun
*Bittim" dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var.
*Sen tepkilerini kontrol edemezsen tepkilerin hayatını kontrol eder.
*Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlar.
*Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
*Bazı insanlar sizi çok seviyor ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
*Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz bazıları hiç karşılık vermiyor.
*Para ucuz bir başarı.
*Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
*İki insan aynı şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.
*Aşık olmanın ve aşkı yasamanın çok çeşidi vardır.
*Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.
*Hiç tanımadığın insanlar iki saat içinde senin hayatını değiştirebilir.
*Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
* Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
*Tecrübenin kaç yaş günü partisi yasadığınızla ilgisi yok Ne tur deneyimler yaşadığınızla var.
*Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil. Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
*Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
*Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
*Şartlar ve olaylar kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.
*İki kişi münakasa ediyorsa bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
*Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem fırsatın yanında cüce kalır.
*Sevgiyi çabuk kaybediyorsun pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.
*Bir insanı kazanmak çok zor ama kaybetmek çok kolay.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)