1 Ocak 2013 Salı

Biz büyüdük ve kirlendi dünya...

Ne kadar da güzel söylenmiş...Düşünüyorum da biz büyüdükçe dünya mı küçüldü yoksa biz büyüme yolunda  mı kirlettik dünyayı? Nefret ettiklerimiz istemeden sebep olduklarımız mı, yoksa büyüyen hayaller mi küçülttü hayatlarımızı?
İnsanlar değişti,hayatlar değişti...Eskiyi hatırladığımda aklımda kalanlar; uzun uzun yapılan gerçek sohbetler, hayat kavgasından yoksun bir kenetlenme, huzur dolu ilişkiler,doyumsuz dostluklar ve koskoca yürekli iyi insanlar...Şimdilerde ise korku var gözyaşı var her santiminde hayatın...Ne derler klişelerinde şekillendirilmeye çalışılan hayatlar, masum mutlulukları ,içten gelen heyecanları bir koşu değil sindire sindire tüketiyor sinsice.Korkuyoruz kabullenilmemekten... Yer edinme çabası insanları robotlaştırırken, bildiklerimizi unutmayı tercih ediyoruz.Bildiklerimizinden ziyade belki de sevdiklerimizi sindiriyoruz hayatımızda.Yeni mimarileri inşa ediyoruz da yıktığımız güzellikleri görmezden geliyoruz.
Hatırlıyorumda eskiden anneannemlerle beraber saatlerce mantı büker,akşama da tüm aile biraraya gelir saatlerce sofrada kahkahalar eşliğinde yerdik emeğimizin tatlı dokunuşlarını...Şimdilerde bakıyorum da modern marketlerin dondurulmuş dolap raflarında  yerini almış sevgiler...Küçülmüş...Makinalaşmış her şey...
İnsanlar mutsuz ve kendi mutsuzluklarını hazmedebilmek için başkalarının mutsuzlarını keyiften dört köşe izliyorlar.Kendi hayatlarındaki mutsuzluğu değiştirmeye çalışmak yerine başkalarına da aynısını yaşatmaya çalışıyorlar.Oysa ki başkalarının mutluluğunu hazmetmenin değil mutluluğuna zemin hazırlamanın verdiği keyfe öyle de güzel aşinayken geçmişten...
Nedir bu karanlık peki kalplerdeki?Nedir ihtiyatsız dokunuşlarla yokedilen hayatlar?
Yaşadığımız her anın keyfini çıkarmak varken neden soyutsuzluğun dalaveresini yaşamayı tercih ediyoruz?Şöyle bir etrafıma bakıyorum da; insanlar yalanlarında milim milim kaybolurken  sahteliklerinde huzur bulmaya başlamış..Anlamadığımız şey şu; karşımızdakinin sahteliklerle bezenmiş dünyası her ne kadar bize zarar verse de perde kapandığında ve maskeler çıktığında yokolmuş gülümsemelerin taçsız kralları yine kendileri...
Ölümcül dozda yaşanan tekdüzelik feryat figan varlığını gözümüze sokmaya çalışsa da biz görmezden gelmeye devam ediyoruz.Oysa hayat kısa ,hayat bir tane.Bir sen bir de kendisi gibi. Solo oynadığın milyonlara hitap eden  bir gösteri gibi.Sahneden inip kalabalıklara karıştıkça izlenmeye değer şeyleri de yanında götürüyorsun.O sahne bizim halbuki...Kareografı da biziz, oyunun yazarı da...Yuhalanmaktan korktuğumuz için  alkışlardan kaçıyoruz hiç hesapsız...
Bırak maskelerini ! Uzaklaş kimliklerinden..Yok say izleyenleri...Sen içinden ne geliyorsa onu yaşa,  yaşat...Düşünme ne kadar gişe yapacağını ve uzak tut zihninden boş koltukların sayısını...Kısa süre alacağın sahnenin doyumsuz enerjisini yansıt sadece...Zihninin berraklığı aydınlatsın o koca salonu...Gözlerini kapa karanlığa,ruhunda canlandırdığınn gibi performe et tüm yeşerttiklerini kalbinin...
Ve gözlerini aç...Alkış almak için açma ama...
Her saniyesini hissederek oynadığın oyununa  son reveransını yapmak için aç gözlerini...
Bırak yüreğinde kopan fırtınaların dalgaları doldursun salonu,doldursun ki sana ortak olamayanlar tutunamasın o hırçın dalgalarda ,akıp gitsin...
Ve perde kapandığında her dakikasının keyfini çıkarmış ol...Çünkü keyif almak,alkışlanmaktan çok daha değerli....
Bu senin başyapıtın,başkalarının parmak izini sil,
Ve kendi  imzanı at...
Bir tek hayatın var, tadını çıkart...

Peray ÖZDİL