Bugün, twitterdan tanımış olduğum ve yaşına rağmen (rağmenden
kastım o yaşta edebiyata çok ilgi duyulmaması) edebiyata düşkünlüğüne
imrendiğim,benim gibi okumayı çok seven, tatlı birinin bir paylaşımında gözüme ilişen bir
cümle oldu.Bu da beni bu konu üzerinde epey düşünmeye itti diyebilirim.Doğru
muydu yazılan yoksa münazaraya açık mıydı?
Cümle şöyle diyordu; “Mutsuz insanlar yazar”
Yazmayı, hayatımın en önemli yerine oturtmama binaen bu
cümledeki kaybolan beni aradım bir süre. Gerçekten mutsuz insanlar mı yazardı? Sonra
şöyle kısmen önceki yazılarıma göz attım.Evet görünen o ki; yazılarım hep acıyı
pelesenk etmişti her bir satırına. Mutluluk değil mutsuzluk kokuyordu.Belki bir
arayış, belki bir kayboluş içerisindeydiler...Şaşırdım. Bu kadar çok yazan ve
yazmayı seven ben aslında bir mutsuzluğun eşiğinde belki de ta derininde miydim?
İşte tam bu noktada devreye girdi bütün düşünceler...Aslında
yazmak ne mutluluğun ne de mutsuzluğun gösterisiydi.Yazmak bence bir anlaşılma biçimiydi.Anlatamadıklarını,suskunluklarını,korkularını,pişmanlıklarını,acılarını
daha doğrusu hislerini bir nevi akıtma yöntemiydi...Mutluluğunu yazmamak kimbilir
belkide onu sakınmaktır her şeyden ama mutluluk paylaşılan cinsten
olduğundandır bence yazıya dönüşmemesi.Elbet konu edilebilir ama zaten kişi
mutluluklarını en yakınları,onu mutlu eden kişiler yani bir nevi çevresiyle
paylaşabilir. Söze döküp ihtişamını sürebilir. Ama ya suskunluklarımız?
Mutsuzluklar,acılar,kalbinin derinin delik deşik eden
yaşanmışlıklar kolay dile gelmez.İstesende kolay değildir.Çok büyük cesaret
ister başkalarının karşısına geçip ben acıdan ölüyorum ,ben yenildim,ben
kaybettim,ben üzüldüm demek..Diyemezsin zaten..Kırık gururun,yaralı kalbin izin
vermez buna...Açığa çıkarmak istemessin yenilmişliklerini ve sen izin vermezsin
başkalarının gözünde de yenilmiş gözükmeye...O anlarındır ki seni gerçekten
anlayan kimse olmaz,çünkü aktaramassın tümüyle ne hissettiğini..Seni
anlayan,seni dinleyen,seni sorgulamadan hisseden ve paylaştıkça çoğaltmayan
bir tek kendinsindir.O anlarda bir tek kendine güvenirsin çünkü..Yazmakta sen
değil misindir zaten?Ne hissettiğinin, bir kağıt parçası,bir kalem,bir
klavyeyle dile gelmesi,ölümsüzleşmesi...Sana anlama şansı vermesi neler olup bittiğinin.Geriye
dönüp baktığında daha güçlü olman ve yaşadıklarının sana ne hissettirdiğini hatırlaman
için birer kaynak olması..Kendi ansiklopedilerin gibi aslında..Sana ne olduğuna
ve nasıl bir savaş verdiğine dair...
Evet yazan insan işte bu anlarını yazar.Aslında mutsuz insan
olmasından değildir ,mutsuzluklarını sözle dile getiremeyişindendir..Çünkü insan
o yazıda denenin aksine mutluluklarını yazarak değil yaşayarak saçar
çevresine..
Mutluluklarından arta kalandır zaten mutsuzluklar..Ve işte o
zaman yazar..Yazar ve rahatlar..Yaranın irinini akıtması gibi iyileştirir
ruhunu yazdıkça..Böylece devam edebilir hayatına..
Sanıyorum şöyle toparlamalı ya da bugün okuduğum cümleyi
şöyle düzeltmeliyim kendimce.Mutsuz insanlar yazar değil; “ İnsan mutsuzluklarını sessizce
yazar,mutluluklarını ise göstere göstere yaşar...”
Bundandır ki tüm temennim;
Hayatınızda yazacak mutsuzluklarınız değil,yaşayacak mutlukluklarınız
olsun hep.
Sevgiyle,
Peray ÖZDİL18.11.2013