14 Mart 2012 Çarşamba

Kan Revan İçindeyim -Bulutsuzluk Özlemi

Bağışlayın beni sevdalarım
Kendimi parçalara ayıramadım
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Hiçbir ayrılık yeniden yaratmıyor artık beni

Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Ve bütün ayrılıklar sabah olunca alıyor nefesimi

Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kanrevan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur

Aşk ağır yükler bindirdi küçülen omuzlarıma
Kalplerinizden kaçtım hep
Varıp gittim en karanlıklara
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Cehennemden düştüm hep benihiç görmediler

Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Seviştim ve yoruldum varıp gittim en yanlızlıklara

Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kan revan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur

13 Mart 2012 Salı

Anneannelerin En Güzeli;

İlk göz ağrın çok uzaklarda şimdi… Küçükken anneni mi seviyorsun babanı mı sorularına hep anneannemi seviyorum derdim hatırlar mısın? Eski GOP’taki evimizde ne kadar güzel anılarımız vardı… Birlikte taze naneleri yıkar ayıklar kurutmak için sererdik… Sabah kalkar kalkmaz yanına koşardım, kapıyı tekmeleyişimden anlardın geldiğimi, daha sabahın çok erken vakitleri olmasına rağmen neskafeli sütümü hazırlamış olurdun…İçim ısınırdı…Hep pamuk elini tutarak uyumak isterdim…Sanki elini tutmasam kötü canavarlar beni senden kaçıracaklardı…
Bana börekler açardın. Okuldan gelince hemen yerdim…Şimdi yanında olsam da yine yapsan anneanne…Yine de bilirim her şeye  rağmen orada olabilsem ,canım şunu istedi desem, hemen pıtır pıtır mutfağa gider yaparsın…İçin durmaz biliyorum .Bir keresinde canım mantı istemişti o zaman daha küçüktüm…Okuldan bir gelmiştim ki elin kesilmiş. Meğer torununa mantı yapacağım diye elini kesmişsin hamuru keserken… Ne kadar üzülmüştüm…Benim yüzümden elin kesilmişti…Şimdi burada akşama kadar düşünsem ne kadar çok anımız gelir aklıma yazmakla bitiremem…Kolyelerini  kaçırır, aynanın karşısında evcilik oynar,  yatakta takla atardım, salonun anahtarını kaçırıp gizlice salona girer koltukların arkasına saklanırdım ama yine de bana hiç kızmazdın…Dedemle gezdiğin şehirleri anlatırdın…Ne kadar özenirdim keşke sizinle olsaydım o zamanlar derdim…
Hayat ne kadar  değişik… Nerelere savurdu bizi. Daha kim bilir neler anlatacaktın hayata dair, bu minicik yüreğe. Ve deniz değildi gözlerin, gökyüzüydü uçtuğum, anneanne. Gözlerin ki,yeşili utandıran. Gözlerin ki özgürlüğüme kanat takan… Kanatlarım kırıldı buralarda anneanne. Sıcaklığında kaybolduğum , şefkatinle kedi gibi olduğum, buğulanan gözlerime; yumuşacık bir tebessümdün sen orada bana sen… Koca yürekli, asil sevdam…
 Düşündükçe o kadar çok şey hatırlıyorum ki hepsini yazmak istiyorum… Ne kadar çok korkardım küçükken  seni kaybetmekten…Hala da korkuyorum ya… İnşallah Allah daha ömür verirde söylediğin gibi ben evimizden gelin çıkarken davul zurna çaldırırsın… Eğer ki Allah kısmet etmezse o gün yokluğunu hissedeceğim tek kişi sen olacaksın anneanne…
Herkes ayrılığı yaşıyor... Ama pişmanlıklarla, ama kavuşma arzusuyla. Ben karşına dimdik çıkmaya çalışıyorum anneanne.  Bilmiyorsun anneannem, aşıktım ben sana. Bu yüzden de bu özlemime, ağlayışıma sakın kızma …

Diyorlar & Fellanzo

Çok özledim çocukluğumda düştüğüm yerleri,
Öperken sakalları yüzüme batardı babamın
Şikâyet ederdim:
‘Baba kessene şu sakalarını!’ derdim.
Gülümserdi.
Bir daha öperdi, bir daha batardı sakalları.
Ben yine şikâyet ederdim.


Koşardım durmadan taşlı yollarda,
Düşerdim.
Dizlerimin yarası geçmezdi.
Babam kaldırırdı beni düştüğüm yerden.
Yarama üflerdi.
Bir de bakardım ki geçmiş yaram,
Ne güzeldi.


Hiç unutmam yıllar önce  bir araba istemiştim.
Annem almak istememişti her istediğimi yapıp, şımartmamak için.
Her şeyin farkındaydım o zaman da,
Ama babam aldı bana o arabayı
Ben şımarmadım.


Ayrı düştüğümüz günden beri
her şeyi özledim
O arabayı da…
Hatta şimdi araba kullanırken  o günlere dönme hayaliyle,
‘Ne kadar büyümüşüm baba bak!’ derim içimden.
Sonra ağlarım,
Çocukluğumun taşlı yollarında düştüğüm gibi.


‘Baba duy beni!
O zaman sen kaldırıyordun düştüğüm yerden beni.
Peki ya şimdi?
Kim kaldıracak düştüğüm yerden beni?
Kim üfleyecek yarama?



Seni çok özledim ben!


Babam!
En çok gülümsemeni özledim.
Bir de, yanaklarıma sakallarının batmasını.
Ama en çok gülümsemeni…
Bu yüzden şu an tanıdık her çehrede senin gülümsemeni arıyorum.
Bir tane buldum bile.
Sana kim olduğunu içimden söylüyorum
Senin gülüşünün sıcaklığını veriyor o gülüş de bana.
İkimizin sırrı olsun bu, olur mu?

Artık hem seni anlıyorum da
Çünkü,
Senin o zaman içinden gizlice ettiğin duaları,
Ben şimdi ediyorum.
Ağladığın gibi ağlıyorum.
Güldüğün gibi gülmeye çalışıyorum.
Seni çok özlüyorum
Çok özlüyorum!’


Ama sen benim babamsın!
Öpme başka çocukları
Öpme baba,
Kıskanırım!
Her yanına gelişimde o yanakları doya doya öpmek için,
Sana layık olmak için elimden gelen her şeyi yapacağım.
Söz veriyorum sana baba,
SÖZ…

Punkpyre

Dışarıda yağan deli gibi yağmur ve delinin en delisi yüreğim yangın yeri…

O gece duyduğun fırtına asıl benim yüreğimde koptu. Şimşekler çaktı beynimde, acımı görmezden geldin.
Sen ki bana kol kanat geren... Sen ki bana her şey olmuşken nasıl oldu da bir anda ayrılıkla tanıştırdın ruhlarımızı. Nasıl kıydın da, beni en dayanılmaz acıların orta yerinde bir başıma bırakıp gittin. Tüylerimi ürperten ayrılığın ayazına maruz bıraktın beni. Kimsenin dudağından düşmeyecek bir şarkı olabilecekken seninle, bütün anılarımızı herkesin mırıldandığı sıradan bir şarkıya hapsedip gittin. Bak yalnızca seninleyken gün yüzüne çıkardığım içimdeki çocuk usul usul ağlıyor şimdi. Bu gece senden uzakta, yokluğunun yanı başından yazıyorum sana. Hayatta her şeyin bir bedeli vardır derler. Yok, gecelerdir akan gözyaşlarımın henüz ödenebilir bir bedeli yok bilesin. Düşünüyorum da neydi o çözemediğim kördüğüm, neydi? Şimdi gecelere ödediğin bedel neyse, hakkını fazlasıyla vererek yapıyorlar işini. Her günün sonunda avukat misali seni savunuyorlar bana. Neden, niçin, nasıl diye sorguluyorlar yüreğimi ve beynimi. Sabahlara dek ayrılığımızın hesabını vermeye çalışıyorum olmuyor. Bitmek bilmeyen gecelerin karşısına taşıdığım yürekle dikiliyorum. Ardında bıraktıkların şahitlik ediyor yaşananlara. Bir gece sen haklı çıkıyorsun bu hikaye de, ertesi gece ben. Gün geliyor karara varamayıp, ikiye bölünüyor geceler. Kim bilir belki bölünen gecenin diğer yarısına sen de hesap veriyorsun benden habersiz…

Ben o  gece hayatından çıkarken çok şey bıraktım sana. Duvarlarda yankılanan kahkahalarımı, aynalarda yüzümü, o pencerenin önünde yağmura karışan göz yaşlarımı, evin her bir köşesine ellerimi bıraktım giderken. Aynı sıradanlığı taşıyan her insan ayrıcalıklı kılmaz mı beni bilmem ama biliyorum ki; seninde bir yanın buruk kalacak ben olmayınca. Kimseyi koyamayacaksın.. Başka gözler görmesin, yabancı eller deymesin diye sendeki bana dokunulmazlık ilan ettim artık. Biten aşklar, tüketilen sevgiler yaşayacaksın belki ama ben hep aynı kalacağım içinde. Seni sadece sen olduğun için kocaman bir yürekle, çıkarsız seven o kadın olarak kalacağım. Yaptığı sakarlıklar karşısında gülmemek için kendini zor tuttuğun o kadın, sana bir şey olduğunda içi parçalanan, seni kırdığını hissettiğinde kendi bin parçaya bölünen, sana bakarken içi titreyen, gözlerinin içi gülen, yüzünde belirmesine sebep olduğunu gördüğü her bir tebessümden çılgınca zevk alan o güçlü ve bir o kadar da hırçın kadın olarak kalacağım. Seni kendi gibi seven, kendinden bile çok düşünen o kadın yazıyor şimdi. Sarılmak istediği anda tepe taklak yuvarladığın, aşkını yalnızca yanındayken hissettiğin, yokluğunda yalnızlığa değiştiğin o kadın, her şeyi boş verip adını acımasızca huzursuzluk koyduğun o kadın yazıyor. Yaşlı gözlerle sarılıp, ağlaya ağlaya veda ettiğin o kadın yazıyor şimdi. Hadi okudukça gurur duy hırçın, ipe sapa gelmez, dizginleyemediğim mısralarımdan. Aynanın karşısına geçip gülümse hadi, hadi alkışla kendini canımın yarısı. Şimdi daha koşar adımlarla kaç kendinden, ben gidiyorum. Seni seve seve gidiyorum, içim yana yana gidiyorum. Huzurun adı bensizlikse eğer; senin için başımın tacı ederim yalnızlığı. Ama değilse ; üvey aşklar canını yakmadan gel, başka eller tenine deymeden gel, ben benden gitmeden gel, ben senden geçmeden gel...

Gel..


Anne meleği

Biliyor musun en çok mektuba başlamam gereken hitap şeklinde zorlandım. Bir başlasam sonu gelecekti de! Ama sıradan sözcükleri hiç yakıştıramadım sana, yapmacık sözlere konduramadım seni...
Bu mektubu sana yine  uzaklardan yazıyorum; ..
Seni o kadar çok özledim ki; Meğer hiç bir sevgi seninki kadar sıcak değilmiş, hiçbir acı senin yokluğuna bedel değilmiş. Hiç biri senin özlemin kadar yakamazmış içimi.

En acısı, dost bildiklerim, aşk seçtiklerim toplanıp bir araya gelseler, senin çeyreğin bile edemezmiş. Bilsen ne zor bunları itiraf etmek kendime ve sana... Uzaklar bile gururumu söndüremedi. Hâlâ gururlu, şımarık, küçük kızınım.

Hani küçükken en çok kimi seviyorsun diye sıkıştırıp dururdum seni. Ağzından "Seni!" cevabını alana kadar bırakmazdım ... Seni kardeşimden, babamdan kıskanırdım. Hâlâ büyüyemedim, hem şimdi daha çok kıskanıyorum. İçindeki sevgiyi ve gözlerindeki derin şefkati yalnız benim için sakla olmaz mı...

Ama yapamazsın degil mi? Ana yüreği dayanmaz... Senin sevgin hepimize yeter, anne olunca ben de anlarım değil mi? Aslında en çok bu huyunu seviyorum. Adaletini ve yufka yürekliliğini, anne şefkatini... Fakat hâlâ babam yokken boş kalan yatağını en çok benim hak ettiğimi düşünüyorum.

Seni öyle özledim ki!..

Şu bilmem kim tarafından icat edilen telefon bile dindirmiyor içimdeki. Uzakların yağmurları, söndürmeye yetmiyor içimde büyüyen ateşi... Beni buralara yollarken, "Daha güçlü ol!" diyordun ya, sana kavuşunca öyle bir sarılacağım ki, gücüme şaşacaksın. Sevgimin gücünü sen de anlayacaksın.

Yılların yükünü çekmiş, yorgun ama dimdik omuzlarını özledim.


Annemm! Gözyaşlarım söndüremez içimde yanan ateşi... Çünkü yokluğun, bilmem kaç nüfuslu şu yerde kendini yapayalnız hissetmek gibi, imkânsız bir şeyi diz çöküp de Allahtan dilemek gibi.. En azaplı günahlardan sonra sızlayan vicdanım gibi...

Gül kokulum, puslu gözlüm!

Sakin sensiz, sevgisiz ve duasız bırakma beni...

Peri

12 Mart 2012 Pazartesi

Van Gogh'un Sunflowers tablosu

Dünya sanat tarihinin bir müzayedede satılan en yüksek bedelli tablosudur.(39.7 milyon dolar)

"Acı duymak gülmekten iyidir, zira acı insanın yüreğini arıtır. İnsanları diri diri gömercesine kilitleyip çevrelerinde duvarlar örenin ne olduğu bilinmez ama yine de bir takım duvarların, tel örgülerin, demir parmaklıkların varlığı hissedilir. Bütün bunlar bir kuruntu, bir hayal midir? Sanmıyorum. Ve insan kendi kendine sorar; Tanrım bu uzun süreli mi, temelli ve herkes için geçerli olan bir ebediyet midir?

Van Gogh bu resimde kendini yaşamdan koparıp alacak yolu arıyordu. Coşkusunu, içinde kopan fırtınaları, hüzünleri, aşırı hislerini portrelerine yansıtan ikinci bir ressam daha yoktur. Kendisiyle sürekli hesaplaşan, bir türlü emin olamayan, bir başkasının eline bakmaktan dolayı sürekli ezik ve hassas olan ama gittiği, inandığı yoldan vazgeçmeyen, çevresindekiler tarafından anlaşılamamış bir Van Gogh. Acılarıyla, mutsuzluğuyla, huzursuzluğuyla, arayışları, hırsı, coşkusu, sonsuz yalnızlığı, sevgiye açlığı, yoksulluğu, yaptığına duyduğu saygı, kısa yaşantısına sığdırdığı onca yapıtı, erkek kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplar, hastalığı, krizleri, bir tas çorba ile boya tüpü arasındaki seçimleri onu Van Gogh yapanlar. "Çoğu zaman 30 yaşında olduğuma inanamıyorum. Çok daha yaşlı hissediyorum kendimi. En çok beni tanıyanların çoğunun bana 'rante' gözüyle baktıklarını düşündüğümde ve bazı şeyler değişmezse belki de haklı çıkacaklarına inandığımda içim kararıyor, sanki bu şimdiden gerçekleşmişçesine bir umutsuzluğa kapılıyorum"

Vincent Van Gogh, bir papazın oğlu olarak 1853 yılında Hollanda’nın güneyinde bir köyde dünya’ya geldi. 19.yüzyılın yazgısı en trajik sanatçılarından biri olan Van Gogh, içinde sürekli bunaltılar yaşar ve hiçbir işe yaramadığına olan inancı, bir şeyler yapma, bir çıkış bulma isteğidir bunaltılarının nedeni. Acı çeker, mutsuzdur, huzursuzdur ve yalnızdır ama resimleriyle neşe ve sevinç uyandırmak istemiş, acıları sevince, hüzünleri neşeye ve yalnızlığı birlikteliğe döndürmeye çalışmıştır. İnsanların yalnızlık, hüzün ve acı içindeki hallerinden etkilenip bunları da resimlerinde yansıtmıştır.
 Acı çekenlere ilgi duymuştur; içinde yaşadığı dünyada kendisini uyumsuz hisseden bütün melankolikler gibi  Mutsuz olması yalnızlığındandır. Hiçbir zaman hiçbir şeyi başaramayacağına olan inancı, kendisinden kuşku duyması, trajik yazgısı, yaşamına son vermesidir onu melankolik yapan.

çok aşk

"Bring me back again"

Follow the embers into cities of dreams
What you'll be seeing is not all what it seems
Dawn of the liar
Future's a pyre
Outside the window I see people passing by
If they could see me now they'd break down and cry
Look down your senses
Await the gritting beyond
And in the morning...
Born as a failure
And died as a stranger
When your country's bleeding while you're forced to mourn
Outside the window I see people passing by
If they could see me now they'd break down and cry
"Bring me back again"

Opeth lyrics