18 Kasım 2013 Pazartesi

Mutsuzluktan mı mutluluktan mı?


Bugün,  twitterdan tanımış olduğum ve yaşına rağmen (rağmenden kastım o yaşta edebiyata çok ilgi duyulmaması) edebiyata düşkünlüğüne imrendiğim,benim gibi  okumayı çok seven, tatlı birinin bir paylaşımında gözüme ilişen bir cümle oldu.Bu da beni bu konu üzerinde epey düşünmeye itti diyebilirim.Doğru muydu yazılan yoksa münazaraya açık mıydı?

Cümle şöyle diyordu;  “Mutsuz insanlar yazar”

Yazmayı, hayatımın en önemli yerine oturtmama binaen bu cümledeki kaybolan beni aradım bir süre. Gerçekten mutsuz insanlar mı yazardı? Sonra şöyle kısmen önceki yazılarıma göz attım.Evet görünen o ki; yazılarım hep acıyı pelesenk etmişti her bir satırına. Mutluluk değil mutsuzluk kokuyordu.Belki bir arayış, belki bir kayboluş içerisindeydiler...Şaşırdım. Bu kadar çok yazan ve yazmayı seven ben aslında bir mutsuzluğun eşiğinde belki de ta derininde miydim?
İşte tam bu noktada devreye girdi bütün düşünceler...Aslında yazmak ne mutluluğun ne de mutsuzluğun gösterisiydi.Yazmak bence bir anlaşılma biçimiydi.Anlatamadıklarını,suskunluklarını,korkularını,pişmanlıklarını,acılarını daha doğrusu hislerini bir nevi akıtma yöntemiydi...Mutluluğunu yazmamak kimbilir belkide onu sakınmaktır her şeyden ama mutluluk paylaşılan cinsten olduğundandır bence yazıya dönüşmemesi.Elbet konu edilebilir ama zaten kişi mutluluklarını en yakınları,onu mutlu eden kişiler yani bir nevi çevresiyle paylaşabilir. Söze döküp ihtişamını sürebilir. Ama ya suskunluklarımız?

Mutsuzluklar,acılar,kalbinin derinin delik deşik eden yaşanmışlıklar kolay dile gelmez.İstesende kolay değildir.Çok büyük cesaret ister başkalarının karşısına geçip ben acıdan ölüyorum ,ben yenildim,ben kaybettim,ben üzüldüm demek..Diyemezsin zaten..Kırık gururun,yaralı kalbin izin vermez buna...Açığa çıkarmak istemessin yenilmişliklerini ve sen izin vermezsin başkalarının gözünde de yenilmiş gözükmeye...O anlarındır ki seni gerçekten anlayan kimse olmaz,çünkü aktaramassın tümüyle ne hissettiğini..Seni anlayan,seni dinleyen,seni sorgulamadan hisseden ve paylaştıkça çoğaltmayan bir tek kendinsindir.O anlarda bir tek kendine güvenirsin çünkü..Yazmakta sen değil misindir zaten?Ne hissettiğinin, bir kağıt parçası,bir kalem,bir klavyeyle dile gelmesi,ölümsüzleşmesi...Sana anlama şansı vermesi neler olup bittiğinin.Geriye dönüp baktığında daha güçlü olman ve yaşadıklarının sana ne hissettirdiğini hatırlaman için birer kaynak olması..Kendi ansiklopedilerin gibi aslında..Sana ne olduğuna ve nasıl bir savaş verdiğine dair...

Evet yazan insan işte bu anlarını yazar.Aslında mutsuz insan olmasından değildir ,mutsuzluklarını sözle dile getiremeyişindendir..Çünkü insan o yazıda denenin aksine mutluluklarını yazarak değil yaşayarak saçar çevresine..

Mutluluklarından arta kalandır zaten mutsuzluklar..Ve işte o zaman yazar..Yazar ve rahatlar..Yaranın irinini akıtması gibi iyileştirir ruhunu yazdıkça..Böylece devam edebilir hayatına..

Sanıyorum şöyle toparlamalı ya da bugün okuduğum cümleyi şöyle düzeltmeliyim kendimce.Mutsuz insanlar yazar değil; “ İnsan mutsuzluklarını sessizce yazar,mutluluklarını ise göstere göstere yaşar...”


Bundandır ki tüm temennim;
Hayatınızda yazacak mutsuzluklarınız değil,yaşayacak mutlukluklarınız olsun hep.

Sevgiyle,
Peray ÖZDİL
18.11.2013


23 Ekim 2013 Çarşamba

Neydi?

 
Acı neydi? Nereden başlıyordu? Kalın perdelerle gizlediğimiz acıların faili meçhulmuydu yoksa göz göre göre mi başlatmıştı yok edişlerini?

Acı,sanıyorum sevmenin değişik bir hali.Yüzü değiştirilen yastıklar gibi..İçindeki hep aynıyken başkalaştırılan dış yüz..İçini değİştirmeden dışını temiz tutmaya çalışmak..Kökten bir temizlik yapmadıkça sürekli değiştirilmesi gereken yüzün ruhlardaki bir yansıması sanki...Orada öylece duruyor,farkındasın ama yorulmuş bir bedene imtinaen kaçıyorsun..

Acı demek mutluluğun yokluğu demek değil ki...Mutlululuğunun akıbetinin belirsizliği aslında acı..Göze göre göre..Bile bile...Mutlu olmak bazen ne denli küçük adımlarda saklıyken kimi zaman ne  kadar da ütopik gözüküyor gönlümüze..Aslında nasıl baktığımız mı belirliyor mutluluğun varlığını yoksa gerçekten elimizde olmayan bir mukadderatın seçilmişliği mi bilmiyorum..Bildiğim tek şey bazen ilerlemek için aldığımız risklerin mutluluğumuzun tabanı olmasına rağmen,üçüncü kişilerin fikirlerine hapsolması ve bunu acı olarak hayatımıza nefes nefes yedirmemiz..

Bu aralar acı yakın arkadaşım..Çünkü mutluluk evimin mutfağında demlenen çay kadar yakınımda ve sıcacık..Yaklaştıkça da el yakan cinsten..Acı dediğim işte bu mutluluğun akibeti..Bu sefer etrafımdaki herhangi birine endekslendirilmemişlik var ...İçimde büyüyen bir mutluluk bu..Vazgeçip vazgeçmemeyi her nefesimde tarttığım bir mutluluk...Küçücük bir kıpırtıda tüylerimi diken diken ederken,  başımdan parmak ucuma kadar titreten ve heyecan kokan bir mutluluk...

İşte böylesi mutluluklarla acıya dem vuruyor insan..Mutluluğa sahip çıkma korkusundan, mutluluğunun başkasının acısı olmasına olan utançtan ve ya kaybedersem sorusunun bilinmezliğinden...

Bazen kaybedilmiş mutluluklarda, mutluluğu kaybetme korkusu kadar acılara terkediyor insanı tabi ..Ama diyorum ya mutluluğun hakimiyetinde gizli acılar..

Şimdi düşünüyorum da keşke acılara hakimiyet, başkalarının kestiği ahkamlar kadar kolay olsa..Başkalarının fikirlerine tabi değil de yaşanmışlıkları anlamaya gebe olsa..Tabi ya,her zaman başkaları vardır..Başka fikirler, başka hayatlar,başka yorumlar ve yönlendirmeler...Sıyrılamadığımız,gölgesinde kaldığımız başkalıklar...Dinleye dinleye tükettiğimiz o başka yollar,o acı kollar...

Şimdi durduğum yerde ise başkalarıyla oluşmuş ya da kafa tutmak zorunda kaldığım bir kalabalık var sanki...Dinlemekten kaçtığım,kendimi anlatmak için yorgun olduğum...Anlatsam anlar mı sorusuna yanıt bulamadığım..Sustukça büyüttüğüm, büyüttükçe yok ettiğim...Penceresinden baktığım belki de sadece...

Biçare olmuş yüreğimin kanatışlarında vazgeçmek zorunda kaldığım kalabalık..İçimde sakladığım işte o büyük acıya o denli uzaklar ki, anlatmaya değil anlamaya bile çalışmaktan yoksun kalmış haldeyim..

İşte  o yüzden kendi halime bıraktım beni..Kendime hediye ettim  sessizliği..Sessiz kaldıkça içimde günden güne büyümeye devam eden o mutluluk ve o acı  hep korunaklı kalacak...

Anlayamamalardan, sevgisizlikten ve iy niyeti derinlere gömmüş o soğuk yüreklerden...

Hissederden en derinlerde sürç-i lisan ettiğim mutluluğumun kalın perdesi olan acının arkasında gizlenerek büyütüyorum artık kendimi ve bana ait en değerli mucizeleri...

Belki doğru , belki yanlış...

Mesele haklılık değil zaten, mesele hakim olma çabası..

Affola kader..


Peray ÖZDİL
23.10.2013

4 Ekim 2013 Cuma

Sana dair...

“Geçinmek için ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Özlediğin, arzuladığın şeylerin hayalini kurmaya cesaret edip edemediğini, bilmek istiyorum.

Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmiyor. Aşk için, hayallerin için, yaşıyor olma serüveni için, aptal gibi görünme riskini göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum.

Saklamaya, azaltmaya ya da düzeltmeye çalışmadan kederlerimizle yüzleşip yüzleşemeyeceğini bilmek istiyorum.

Anlattığın hikâyenin doğru olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Kendi ruhuna ihanet etmemek için bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratmayacağını bilmek istiyorum. İhaneti göze aldığın her seferinde, sonuçlarını ayakta karşılayıp karşılayamayacağını bilmek istiyorum.

‘Güven’ kelimesinin senin için ne ifade ettiğini bilmek istiyorum. Bazen sana karanlık gibi görünse bile, gelen günün içindeki o büyülü ışığı görüp göremeyeceğini bilmek istiyorum.

Hatalarımıza fırsat verip vermeyeceğini, bir gölün kenarında durduğumuzda ‘gümüş ay´a benimle birlikte “EVET!” diye bağırıp bağırmayacağını bilmek istiyorum.

Nerede yaşadığın ya da neye sahip olduğun beni ilgilendirmiyor. Keder ve umutsuzlukla geçen bir gecenin ardından, kırılmış, yorgun ve bitap, ayağa kalkıp kalkamayacağını; ‘çocuklar’ için yapılması gerekenleri yapıp yapamayacağını bilmek istiyorum.

Kim olduğun, buraya nereden ve nasıl geldiğin beni ilgilendirmiyor. Birlikte bir ateşin ortasında düştüğümüzde, gerektiğinde yanmayı göze alıp alamayacağını bilmek istiyorum.

Yalnız kalmaya katlanıp katlanamadığını bilmek istiyorum. İçinde yüreğinden başka tutunacak hiç bir şeyin kalmadığında, o amansız varlığını sevmeye devam edip edemeyeceğini bilmek istiyorum.

Bugüne kadar ne öğrendiğin, ne okuduğun beni ilgilendirmiyor. Diğer her şey bittiğinde seni ayakta tutan şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum…”

Alıntıdır.

7 Haziran 2013 Cuma

Every single step,I will be missing u...

Sessizlik bitti...
Korkularla kavrulmuş hasretlerini de götürdü yanında..
Neşe bıraktı,
huzur bıraktı...
Gülümsemelere gebe kaldı yürek..
Umutlar bıraktı...
Yepyeni hayaller bıraktı..

Ama yanında bir şey aldı götürdü içi derinden sızlatan,
geri dönüşü olmayan,
düşündükçe gözyaşlarına boğduran...

O, küçük çocuğu da aldı götürdü yanında..

Alıp giderken usulca döndü çocuğa sarılarak sımsıkı...

Ve büyü dedi..

Büyüdüm...

Peray ÖZDİL 08.06.2013



21 Şubat 2013 Perşembe

Sözün özü


Bugün anladım ki insanlar zorlanıyor...Yaşadıkları hayatın ağırlığıya öylesine eziliyorlar ki,tek umurlarında olan başkalarını da aynı çukurda görmenin vereceği huzur...Halbuki hepimiz aynı çukurdayız işte ama bazılarımız yıldızlara bakıyor...Çabalıyor..Güzelleştiriyor elinin dokunduğu her şeyi..

Huzur katıyor,neşeyle aydınlatıyor...

Keşke insanlar sevmeyi gerçekten becerebilse...İyiyi,güzeli ,derinliği olan her şeyi..Neden severek çoğalmak varken,hasetle azalıyoruz...

Makinalaşmaya başlıyor duygular,zihinler yapaylaşıyor...Materyalist insanlar olduk çıktık..Prestij peşinde koşarken yıktıklarımız,kaçırdıklarımız öylece sonsuzlukta kayboluyor ...Geri dönüşüm kutusu olmayan hayatlarımızda yeri geliyor kim olduğumuzdan  vazgeçiyoruz.

 
Bir yerde okudum geçenlerde;Köpekler kemik sever mi diye sormuş yazar...Hepimizin aklına evet geliyor öyle değil mi? Hemen ardından öyle vurucu bir örnekle işaret etmiş ki hayatlarımızı.. “Hayır köpekler kemik sevmezler,köpekler et severler ama kemiğe razı olurlar.Siz hayatınız da nelere razı oluyorsunuz?”

Biz yaşadıklarımıza razı olmayı öğrendik..Hakettiklerimizi hak görmemeyi öğrendik..Savaşmaktan,çabalamaktan kaçar,başarıya ulaşmanın lezzetinden korkar olduk. Kazanç-kayıp tablosuna mutabık kalmaktan ibaret oldu hayatlarımız...Kaybetmekten öylesine korkar olduk ki yerimizde saymayı kar sayıyoruz artık..Ne acayip...Fırtınada dalgalarla savaşıp gemiyi limana yanaştırmanın muhteşem hazzı varken,evde oturup yağmura kafamızı çıkaramamak çok acı...

 
Herkesin elbet hayali var.Nadir olan insanın o hayalin onu nereye götüreceği belli olmadan  takip edecek cesarete sahip olması...Bir İngiliz atasözünde der ki “ Sakin bir deniz hiç bir zaman usta bir denizci yaratmadı”  ...Yaratmaz, yaratmayacak..Maharet sınırlarımızı zorlamakta...En iyisini istemekte kendimiz için,başkaları için...Çünkü her zaman bir seçenek daha  var...Alternatif maliyet ekonomisi zamanı değil zaman...Ömür bunları başardım,bunlar için çabaladım,bu kadar çok şey öğrendim,bu kadar mutlu oldum,bu kadar mutlu ettim diyebilmekle anlam kazanıyor...İyi bir şeyler yapmak için sıradışı şartlara gerek yok,sıradan durumları peri masalına çevirmek gerçek mutluluk...

 
Pes etmeden,sevgiyle,inançla çabalamak, inançla çoğalmak...Düşsekte yine kalkmak,yine inanmak... çünkü topallasakta bu hala yürüyebiliyoruz demektir...

 
Ve son olarak Wayne Dyer der ki; Peşinden şimdi git..Çünkü gelecek kimse için söz verilmedi..

 
Çok geç olmadan...

 
Peray ÖZDİL 21.02.2013

 

 

Çaresiz Gönül


Biçare viranelerde tütsüleniyor şimdilerde
Kabuklaşmış hayaller..
Benim hayallerim….
Küf mü tutmuş,yarım mı kalmış,
Bir muamma….
Sessizlik hırçınlaştırıyor edinimsiz ritüelleri
Bir bakıyorsun paramparça..

 
Soruyor uzaklardan bir ses
Nerede kaldığımı
Koşar adımlarla gidilen o yol, yol değil artık…
Vazgeçilmişliklere gebe ebedi bir yalnızlık..
Korkudan değil be gönlüm kaçışlarım,
Yılgın kalabalıklara sedeflenememekten….

 
Ey benim gıybete düşman olmuş deli yüreğim,
Öyle içten sarılmış ki hayaller,
Selama duruyor şimdi tüm geçmişim..
Gelecek göz kırptıkça vuslata,
Her adımda yaka paça tutuyor selamına yandığım….

 
Ey gönül,
Ey  hoyrat çaresiz gönül…
Kaçma artık kendinden…
Gitme bir yerlere bırakıp yüreğini ardında..
Unutma gönül..
Bazen yeri gelir, gelir de..
geri gelmez anlasana …

Peray ÖZDİL 21.02.2013


 

 

20 Şubat 2013 Çarşamba

Sevmek ya da sevmemek....


Ve sevmekle başladı her şey…
Öyle yarım yamalak değil,
Kanatırcasına tüm benliği…
Sevmeyi yanlış öğretenlere inat,
Dem vurmak soluksuz kalışlara…
 
Sevmek, hırçın denizde biçare küçük bir sandal
Kah efendisi dalgaların, kah en derinlerde…
Yarım bırakmadan eksilerek çoğalmak,
Nereye baksan hep aynı yerde...


 Peray ÖZDİL 20.02.2013

Yüzsün yürek...


Sus be kadın..
Sus ne çok konuştun…
Dinlemeye yetmiyor seni yüreğim,
Duyamıyor masumiyet çanlarını artık…

Ne güzel gülerdi gözlerin ,
Karanlığa gömülmeden önce…
Ne de güzel kokardın,
Rüzgarın estiği yerde…

Artık duyamıyorum seni,
Ezildim, yerle yeksan oldu gönül…
Sevginin yükü ağır geldi omuzlarıma…
Sen söyledikçe ben küçüldüm,
Sen sevdikçe ben bölündüm…

 Ne çok sevdin beni be kadın…
Belki böylesine sevmeseydin,
Böylesine vazgeçmezdim senden…
Git artık…
Tamamladığın hayatımla hazırım yaşamaya,
Tuttuğun ellerimi bırak artık,
Sensiz de alışırım nefes almaya:..

Peray ÖZDİL 20.02.2012

11 Şubat 2013 Pazartesi

İki dudak arasına kıstırılmak...

Birilerinin iki dudağı arasında olmak yıpratıcı bir süreçtir. Öyle hemen çiğnemeye başlamazlar sizi. Dudaklarının arasında kıstırırlar önce, iyice bir yoklarlar yumuşak karnınızı. Hangi etinizi koparsalar, canınızın en çok yanacağını hesaplarlar...

İKİ DUDAK ARASINDA OLMAK


Pek fenadır birilerinin iki dudağı arasında olmak. Ağızlarına bir lokma olarak sunulduğunuzda, öyle bir hazdır ki yayılmak üzere olan damaklarına, ağır ağır nefes alıp verirler, tek anını kaçırmamak için alacakları zevkin...

Öyle hemen çiğnemeye başlamazlar sizi. Dudaklarının arasında kıstırırlar önce, iyice bir yoklarlar yumuşak karnınızı. Hangi etinizi koparsalar, canınızın en çok yanacağını hesaplarlar. Sonra sivri dişleri karşı konulmaz bir güçle peşi sıra hamlelerini yapar. Artık siz çiğnenensinizdir. Siz evrile çevrile öğütülürken, merakla sorar diğerleri, "nasıl leziz mi ?" diye. Çiğneyenden daha iyi kimsenin bilemeyeceği hesabı ile sabırsızca beklerler yanıtı. "Yok değil" diye cevap verir diğeri, ağzında dişlerken ciğerinizi; "Pek tatsız, pek tuzsuz" der. "Sakın bir lokmasını bile atmayın ağzınıza" diye de sıkıca tembihler. "Size yaramaz !". Yüzünü ekşitir, ele vermemek için kendisini; iğreti tebessümü, gözleri yanıltır. İşte o zaman kanar diğerleri, inanırlar. Sırtlarını dönüp giderler, sizin kemikleriniz savrulurken etrafa... Diğeri ise, elinin tersi ile ağzını siler. "Lokmasını yar etmedim" başkalarına diye...

İşte ben hep buna benzetirim referans kontrollerini. Çünkü bilirim ki, insanlar diğerleri hakkında sadece, "rahmetliyi nasıl bilirdiniz" diye sorulduğunda, mistik bir korku ve itici bir sahtecilikle, "iyi bilirdik" diye yanıtlarlar, aynı kimseyi yaşarken ağızlarında çiğnedikleri halde. Bu yüzden güvenmem ben referans kontrollerine. Sormaz mıyım peki, bilgi edinmez miyim ? Sorarım, edinirim elbette. Ama hep bir kuşku taşırım içimde, yanıt olumsuz geldiği zaman. Ya yanıltılıyorsam, ya başka hesaplar varsa işin içinde?. Ya önyargıların, kıskançlıkların, çekememezliklerin, anlatılamamış, kanıtlanamamış mobbinglerin mağduru ise o iki dudak arasında kalan ?... Dönüpte, red cevabı verdiğiniz zaman başvurusuna, sebebini bilemez, anlayamaz çoğunlukla. "Siz de olumlu adaylarımız arasındaydınız, ancak diğer aday, öne çıktı" aldatmacasına üzülür durur.

Mülakatlar sırasında sorulara verdiği yanıtlarda arar yetersizliğini, "keşke öyle değil, böyle cevaplasaydım" diye hayıflanır. Belki de en yakın çalıştıklarının ihanetine uğramıştır, aklından dahi geçirmez. Bilmez ki, çoğunlukla kağıt üstündedir, "yetkinlik bazlı değerlendirdik !" kuramsalı. İlişki ağları, yargısız infazlar, dönüp "bir de sen anlat" demeye, yargılanana bir şans tanımaya yeterli olmayan dar zaman aralıkları, iş hayatının, "bunu eleyin diğeri gelsin" döngüsünün bitmez devinimi...

Ne kadar yetenekli iseniz, ne kadar ışıltılı, çalışkan, başarılı, ancak bir o kadar tavizsiz ve kimlikli, belki kimi zaman protest ve teslim olmayan, bilin ki o ölçüde kabarıktır çevrenizi saran iştahlı kalabalıklar; İki dudakları arasında çırpınmanız için seferber olurlar.

Bu yazım, istisnalar üzerine değil elbette. Hırsları, hesapları ve hınçları ile içinde bulundukları ekiplere gerçekten de zarar verenleri saptayabiliyorsanız, saptayın. İzin vermeyin sizi yanıltmalarına, aranıza sızmalarına. Hem kim iddia edebilir ki, kendisi de benzer durumlara maruz kalmadığını veya kalmayacağını. Ancak sarsılmaz bir inancım var benim... Çağlayan bir pınarın önüne, hiçbir engel set çekemez....

8 Şubat 2013 Cuma

Sandal

İçimdeki aşk,
Vurur ruhumu Bostancı sahiline..
Kıyıdan toplanır incileri gökyüzünün
Yüreğe,
Ta derinlere...

Ey koca İstanbul,
İsminle çoğalır,
Deryanla rota tutarım..
Sensiz de yaşarım elbet..
Ame seninle daha bir güzel yaşarım...


Peray ÖZDİL 08.02.2013

İçimdeki çocuk...

Gözlerini aç çocuk!
Aç gözlerini...
Sil gözyaşlarını artık...
Sil çocuk...

Uzat ellerini hayatıma,
Usul usul sız,boğ neşeye yediverenleri...
Seninle büyür içimdeki umut,
seninle çoğalır kalemim...

Kalk ayağa,
Dans et benimle...
Topla oyuncaklarını,
Oyun vakti bitti çocuk...
Gel sil gözyaşlarımı...

Peray ÖZDİL 08.02.2013

18 Ocak 2013 Cuma

Doğum

Annem,
Canımın biriciği...
Ruhumun  en derini...
Kıymetlim..

Acıyor canım anne..
Ağrı var yüreğimde ...
Değiştiremediğim her şeye akıyor gözyaşlarım..
Korkmuyorum artık hem..
Sadece bitsin istiyorum ...
Son bulsun  bu ağrı..
Faydasız her çaba...
Sonu olmayan bu kabus bitsin istiyorum..
Gitmek istiyorum ...

İyileşmedi ruhumun yaraları..
Geçmedi ,geçmiyor..
Sussun istiyorum herkes..
Kapansın perdeler..
Dağılsın bu yalancı kalabalık..
Yokolsun sahte gülümsemeler..

Sen olsan..
Sen olsanda  olmaz artık anne...
Artık olmaz...

Peray ÖZDİL
 

35.5

Vazgeçtim...
Her şeyden...
Çünkü artık öğrendim ki değişmiyor hiçbir şey...
Denedikçe kaybediyor insan tüm hayallerini...
Hayal olmaktan çıkıyor hayattan beklediklerin..
Öylece yokolup gidiyor avucundan insanın..
Zamanında  sahip çıkamadıkların,
Gün geliyor hesap soruyor...
Yüreği kanata kanata...

Kurşun adres sorar, öyle bir sorar ki..
Ama çıkmaz sokaklarında kaybolur yine de...
Kaybettirir tüm sevinci..
Geriye kalan ışıktan yoksunlaştırır mıhlanmış sevgiyi,
Suskun kalırsın...

Dua etmek yetmez artık..
Kaybolur onlarda...
Gözyaşların yolunu şaşırır...
Yine de kimseye söyleyemezsin ...
İyi sansınlar istersin her şeye rağmen...

Ama yükü ağırdır,derinlere işler..
Birdenbire pes eder insan..
Birden durur dünya,
Birden hiçlik duygusunda kaybolur insan...
Ayağın boşluğa takılır
Ve öylece düşersin...

Tutunmaya bile yeltenmeden...
Öylece..
Sahipsizce..
Ardında bıraktıklarını bile boşvererek...
Vazgeçerek...

Öylece tükenir ateş..
Soluklaşır...
Ve dumana boğar ortalığı..
Gözlerin kararır...
Ve durur orada hayat...

 
Gözleri açık küçük bir elvedayla...

Peray ÖZDİL
 

 

 

 

 

 

Nilüfer'in en sevdiğim şarkısı...


Bilirim son perde bu
Hadi git sakın durma
Tanıdım bir çok giden senden önce
Vefasızca...

Ağlama yüreğim yar gelmez
Gelse de artık farketmez
Ha döndü dönecek ömür bitiyor
Kış ortasında yaz gelmez

Ah kaçıncı darbe bu,
Ah bu kaçıncı perde,
Anlamıyor yüreğim,
gel de kendin söyle...

Karanlık

Sen deyince aklıma öyle çok şey geliyor ki...
Zamansızlığın,
Amansızlığın..
Dermansızlığın...

 Sana inanmak mı kolaydı ,ben mi kolay olanı seçtim bilmiyorum.En başında yoluma tuttuğun ışık şimdilerde karanlığa gömüyor beni. Usul usul dağılıyor bulutları gönlümün.Usul usul terkediyorlar beni...

Düşünüyorum da sen, sen hiç olmadınki aslında..
Uçurumun kenarına geldiğimde elimden tutmak değildi ki marifet,
O uçurumun kenarına hiç yaklaştırmamaktaydı asıl mesele.

 
Yaşanan her acı da izlerin dolaşırken,kızgınlığına inat değiştirdin gözyaşlarımı..
Yok ettin,
Yokluğunla yokluktan var ettin.
Varlığına imtihanlıyken ben,
Yokluğunla sınadın karış karış tüm duaları.

 
Ben korktum,çok korktum..
Kaybetmekten değil,
Vazgeçmekten ...

Gitme vakti geldi...
Bu şehirden,kendimden ,tüm uçurumlardan...
Artık istesende yetişemez ellerin..
Artık istesende durmaz sonun başlangıcı...

 Bilseydin ne değişirdi,
Değişen rüzgarının yönü olurdu tüm fırtınalara rota olan...
Değişen gözlerim olurdu,
Değişen sözlerim...

 Hoşçakal bile demeden gideceğim,
Sessiz sessiz,
Yavaş adımlarla,
Sindire sindire...

Küçük kız sallarken ellerini ,
Son adımında uçurumlara inat ,
Bu sefer sadece sakla gözyaşlarımı...

Tutma, tutma ki gideyim.
Hiç tutamadığın ellerimi değil,
Sana ait gözyaşlarımı bırak...

 
Bırak ki bu sefer gerçekten gideyim...
 
Peray ÖZDİL  10.01.2013

 

 

 

 

 

1 Ocak 2013 Salı

Kayıp Şehir

Ve bir şehir...
Yitip gidiyor her şey burada...
Küçülüyor, kayboluyor sanki..
Paramparça olmuş mutlulukların kırıkları çiziyor ruhumu..
Kaçmak istiyorum ,
Paçalarımdan tutuyor ...
Tekmeledikçe mutsuzluğu,
Daha sıkı sarılıyor hayatıma...

Çıkış kapısı, Ütopyasında prangalanmış,
Üstüne de kilit vurulmuş hunharca..

Başım ağır geliyor bedenime,
Taşımak istedikçe yükleniyor daha fazlasını...

Ve ben,
Yaşadığım hayatın altında eziliyorum.

Peray ÖZDİL

Biz büyüdük ve kirlendi dünya...

Ne kadar da güzel söylenmiş...Düşünüyorum da biz büyüdükçe dünya mı küçüldü yoksa biz büyüme yolunda  mı kirlettik dünyayı? Nefret ettiklerimiz istemeden sebep olduklarımız mı, yoksa büyüyen hayaller mi küçülttü hayatlarımızı?
İnsanlar değişti,hayatlar değişti...Eskiyi hatırladığımda aklımda kalanlar; uzun uzun yapılan gerçek sohbetler, hayat kavgasından yoksun bir kenetlenme, huzur dolu ilişkiler,doyumsuz dostluklar ve koskoca yürekli iyi insanlar...Şimdilerde ise korku var gözyaşı var her santiminde hayatın...Ne derler klişelerinde şekillendirilmeye çalışılan hayatlar, masum mutlulukları ,içten gelen heyecanları bir koşu değil sindire sindire tüketiyor sinsice.Korkuyoruz kabullenilmemekten... Yer edinme çabası insanları robotlaştırırken, bildiklerimizi unutmayı tercih ediyoruz.Bildiklerimizinden ziyade belki de sevdiklerimizi sindiriyoruz hayatımızda.Yeni mimarileri inşa ediyoruz da yıktığımız güzellikleri görmezden geliyoruz.
Hatırlıyorumda eskiden anneannemlerle beraber saatlerce mantı büker,akşama da tüm aile biraraya gelir saatlerce sofrada kahkahalar eşliğinde yerdik emeğimizin tatlı dokunuşlarını...Şimdilerde bakıyorum da modern marketlerin dondurulmuş dolap raflarında  yerini almış sevgiler...Küçülmüş...Makinalaşmış her şey...
İnsanlar mutsuz ve kendi mutsuzluklarını hazmedebilmek için başkalarının mutsuzlarını keyiften dört köşe izliyorlar.Kendi hayatlarındaki mutsuzluğu değiştirmeye çalışmak yerine başkalarına da aynısını yaşatmaya çalışıyorlar.Oysa ki başkalarının mutluluğunu hazmetmenin değil mutluluğuna zemin hazırlamanın verdiği keyfe öyle de güzel aşinayken geçmişten...
Nedir bu karanlık peki kalplerdeki?Nedir ihtiyatsız dokunuşlarla yokedilen hayatlar?
Yaşadığımız her anın keyfini çıkarmak varken neden soyutsuzluğun dalaveresini yaşamayı tercih ediyoruz?Şöyle bir etrafıma bakıyorum da; insanlar yalanlarında milim milim kaybolurken  sahteliklerinde huzur bulmaya başlamış..Anlamadığımız şey şu; karşımızdakinin sahteliklerle bezenmiş dünyası her ne kadar bize zarar verse de perde kapandığında ve maskeler çıktığında yokolmuş gülümsemelerin taçsız kralları yine kendileri...
Ölümcül dozda yaşanan tekdüzelik feryat figan varlığını gözümüze sokmaya çalışsa da biz görmezden gelmeye devam ediyoruz.Oysa hayat kısa ,hayat bir tane.Bir sen bir de kendisi gibi. Solo oynadığın milyonlara hitap eden  bir gösteri gibi.Sahneden inip kalabalıklara karıştıkça izlenmeye değer şeyleri de yanında götürüyorsun.O sahne bizim halbuki...Kareografı da biziz, oyunun yazarı da...Yuhalanmaktan korktuğumuz için  alkışlardan kaçıyoruz hiç hesapsız...
Bırak maskelerini ! Uzaklaş kimliklerinden..Yok say izleyenleri...Sen içinden ne geliyorsa onu yaşa,  yaşat...Düşünme ne kadar gişe yapacağını ve uzak tut zihninden boş koltukların sayısını...Kısa süre alacağın sahnenin doyumsuz enerjisini yansıt sadece...Zihninin berraklığı aydınlatsın o koca salonu...Gözlerini kapa karanlığa,ruhunda canlandırdığınn gibi performe et tüm yeşerttiklerini kalbinin...
Ve gözlerini aç...Alkış almak için açma ama...
Her saniyesini hissederek oynadığın oyununa  son reveransını yapmak için aç gözlerini...
Bırak yüreğinde kopan fırtınaların dalgaları doldursun salonu,doldursun ki sana ortak olamayanlar tutunamasın o hırçın dalgalarda ,akıp gitsin...
Ve perde kapandığında her dakikasının keyfini çıkarmış ol...Çünkü keyif almak,alkışlanmaktan çok daha değerli....
Bu senin başyapıtın,başkalarının parmak izini sil,
Ve kendi  imzanı at...
Bir tek hayatın var, tadını çıkart...

Peray ÖZDİL


2013'e dair...

Umut ve hayallerin savaşıyla biten bir yıl daha...Korkuların önayak olduğu bütün zorluklarıyla yeni gülümsemelere gebe yepyeni bir yıl. İnsan umut ederek yaşar.Umut bittiğinde nefes alamaz insan. Düşünsenize kurulan hayalleri..Onlar olmadan mevcut durumlara katlanmanın başka bir yolu var mı? Hayaller gerçek olsun ya da olmasın önemli olan hayal edebilmenin varoluş ve yokoluş arasında bize verdiği güç...Çünkü hayal kurduğumuzda biz, olabildiğine özgürüz..Ne gerçek hayatta yaşadığımız zorluklar ne de kayboluşlar bizi engelleyebiliyor. Bizim mimarı olduğumuz , her anına bizim yön verdiğimiz bir hayat var hayal kurarken.
Yeni yıl demek, yeni hayaller demek...Yeni yıl demek kurduğumuz hayallerin gerçek olabilme ihtimalinin verdiği huzur demek. Yoksa yıllar geçse bile değişen tek şey; rakamlardan ibaret... Her şey yine eskisi gibi yepyeni duruyor bir yerlerde...
Bu yüzdendir ki bu sene herkese yepyeni hayaller diliyorum herşeyden önce.Yepyeni hayallerin verdiği güçle yokolmasını diliyorum alışılagelmişlikten kapanmayan irinin.Güç diliyorum..Dayanabilme gücü değil,üstesinden gelebilme gücü her karanlığın...
Ve bu yıl herkese sevgi diliyorum..Gerçek sevgi...Gerçek sevginin gücüyle sarmalanmış bir yıl..Arkasına yaslanabileceğiniz ve keyifle ayaklarınızı uzatabileceğiniz huzuru tattıran sevgi...Sevilmek için çaba harcatmayan,hep ordaymış gibi hissettiren ve tüm dünyayı karşınıza alsanızda daha güçlü olucağınızı bildiğiniz türden bir sevgi...Umarım bu yıl hayatınızda bunu hissettiren insanlarla yürürsünüz.
Son olarak herkese cesaret diliyorum...Mevcut durumlara katlanmak yerine bilinmeyene yolculuk yaptıracak türden bir cesaret...Mutlu olmak için her yolu denettirecek türden bir cesaret...Pes ettirmeyecek ve hayatınızı yerle bir etmeniz gerekse bile sonunda yüzünüze o kocaman gülümsemeyi konduracak  olan cesaret...
2013 te;
Cesaretiniz hayran kalası,gücünüz tam ve sevgileriniz gerçek olsun...
Nicelerine...


Peray ÖZDİL