27 Aralık 2011 Salı

Bedelini Yüreğimle Ödediğim En Masum Günahındım


 “ Varlığın acı veriyor olsaydı bana;
Seni ölümüne sevmez,
Gelmeyeceğini bile seni beklemezdim hala.
Ben sensizlikte bile "seni yaşıyorum”

 Mevsim, sonbahara akarken ben de sana geliyorum. Elimde yokluğun yüreğimde suskunluğunla sana geliyorum .Soğuk bir Aralık gecesi kentin yorgun kaldırımlarında tanıdık kelimeler arıyorum sana dair. Sana dair tek bir kelime yeterdi bana.
 Sana gelirken toprak yağmur kokuyordu sokaklar ise yalnızlık... Bir yanım uçurum, bir yanım sensizlik ama her şeye inattı sana gelişim… Hava puslu, etraf ise sensizlik .. Dikenlere aldırmadan yalınayak yürüdüm gecenin dar sokaklarında. Yüreğimle ezdim tüm engelleri, ayaklarımla öptüm yollarındaki ikiyüzlü dikenleri. Her şeye inat sana geldim bir elimde mevsimlerin koynundan çaldığım soğuk rüzgar ile .. Bir ömür uzaktan sana geliyordum ,bir elimde bir avuç gülüş karakışlarda güneş bil diye …bir elimde bir yudum umut ,zifiri karanlıklarda aydınlığa sımsıkı tutun diye..

Unutmadan; gittin diye meteliksiz bir intiharın ayakuçlarına boynunu büken bir kukla olmadım hiçbir zaman. Gittiğin gün kansız ve acımasız bir ihtilalin demir kelepçeli zamanlarından kaçıp sen diye ipsiz uçurumlara sığındım. Yokluğunda kimi zaman bir çocuk gibi koynunda ağladım,  kimi zaman kirpiklerinden ıslak yağmurlara kaçtım. Sensizlikte her gece arsız fırtınalarına göğüs gerdim ve yangınları sen diye koynuma alıp yüreğimde közledim yalnızlığının ıslak çığlıklarını… Evet gittiğin gün sen kokan kelimelerim çıplak kaldı dudaklarımda. Yüreğim gözyaşına asılı kaldı gözkapaklarımda. Ama hiçbir zaman boynumu bükmedim yokluğuna.. Pes etmedim ,sensizlikte kıyılarıma vuran hasret dalgalarına. Direndim, savaştım yalnızlığınla. Kan revan içinde kalsam da, bilmediğim fırtınalarda sensiz savaşsam da ben hiçbir zaman “ yalnızlığına “...

Gittiğin günden beri tek bir kelime konuşmadık seninle. Giderken seninle gitti taze baharlarım. Yetim kaldım mevsimlerin koynunda. Gözlerindeki sıcaklığı aradım güneşin sınırsız coğrafyasında. Ama bulamadım işte.. Yüreğimin derinliklerinde  kaybetmiştim seni. Aldığım nefeste, hayata bıraktığım her gülüşte seni aradım. Bulamadım işte. Ucube binaların nemli duvarlarına dayanıp sana ağladım. Dudaklarımı kapatıp kelimelerimle yalnızlığına ağladım. Ama hiçbir zaman ne kadere ne de sana isyan ettim. Gittin diye hiçbir zaman suçlamadım seni. Varlığına küfürler edip arkandan beddualar savurmadım hiçbir zaman. Gitmiştin beni “ sensiz “ bırakarak. Gitmiştin aramızda yaşananları bir kibritle zamansız yakarak. Ama gittin diye hiçbir zaman unutmadım seni. Yokluğuna inat yaşattım. Gittin diye bir ikindi vakti kefensiz satırlara gömmedim seni. Varlığın bana hiçbir zaman acı vermedi ki , gidişinle suskunluğuna gömeyim seni…Seni “ sen “ diye sevdim ben. Varlığına inat yokluğunda bile sevdim seni. Sana duyduğum sevgim bir günlük olsaydı eğer; seni “ sensizlikte “ bile yaşatmazdım ki. Seni hiçbir zaman “ acılarımın metresi ” diye sevmedim ki ben. Ben yüreğindeki sıcaklığı, tenindeki saklı baharları ve gözlerindeki ıslak gözyaşlarını sevdim. Seni hep " aldığım nefes " bildim. Yüreğime dokunduğun için, yarım bir kadını sevginle tamamladığın için sevdim seni...

 Satırlarıma son vermeden bilmen gereken bazı şeyler var. İyi dinle… Cümlelere değil kelimelere örülmüş anlamları iyi algıla.. Yokluğunda seni aradım yorgun gecenin gri sabahlarında. Dilimde birikmiş ve bir kaç cümleyi geçmeyen itirafım var. İyi dinle beni şimdi. Sensizlikte “ seni aldattım “. Yanlış duymadın. Açık açık utanmadan sıkılmadan seni aldattığımı söylüyorum. Sensizliğin soğuk gecelerinde seni aldattım. Başucumda bu imkansızlığın sevapları dururken ben seni “ günahlarınla “ aldattım sevgili. Terkedilmiş yüreğimle tövbesi oldum en masum günahlarının. Seni sensizlikte “ senin günahlarınla “ aldattım sevgili…Sen benden uzaklarda iken bensiz zamanlarda işleyeceğin her günaha kefil oldum. Körpe ve filizlenmemiş acılarını satın aldım ömür defterinden. Evet, tüm günahlarını ve bensiz yaşayacağın tüm acılarını satın aldım karşılığını “ yüreğimle “ ödeyerek.
 “ Sen bana “ bir ömür “ uzakken ben sana bir nefes kadar yakınım sevgili.
 Gelmeyeceğini bile bile”
Gün gelecek,
Adımı unutmak zorunda kalacaksın
Puslu gecenin yorgun sabahında.
Bir kibrit çakıp yaşananlara,
Tek tek yakacasın benli hatıraları
Ömür defterinin en masum günahında.
Duvarlarında asılı takvimlerden düşen
Bir gün gibi,
Ağladığında yüreğine gömülen
Bir hüzün gibi
Yavaş yavaş eriyeceğim dudaklarında.
Ben sana inat,
Yokluğuna inat,
Sen bana inat…



 Seni benden alan kadere,
Tek bir kelime etmeden
Seni içimde yaşatacağım.
Çünkü ben senin;
 “ Bedelini yüreğimle ödediğim
En masum günahındım….”


Seni Unuttuğumu Hatırlamıyorum

Eğer şimdi gidersen sonsuza kadar pişman olacaksın.. demişti..

Biliyorum.. dedim.. gidişime izin verdiğin için sende pişman olacaksın..

Gitme..

İzin verme..

Çıktım kapıdan.. sadece gidişimi izledi..
sadece izlemek zorundaydı..
Bana dokunamazdı.. farkındaydı..
İstemiyordu gitmemi..
Ama doğru olanı ikimizde biliyorduk..
Gitmek zorundaydım..
Sonsuza kadar pişman olacağım bi hayata gitmek zorundaydım..
İzlemek zorundaydı.. sonsuza kadar pişman olacağı gidişimi izlemek zorundaydı..


çıktım kapıdan..
Son sabahını yaşayan bi sonbahar kadını kadar ürkektim.
Bir ayaz gecesinde parkta yatan adam kadar kasvetliydi...
ve öylece çıktım kapıdan..


ve çıktım kapıdan..
Sadece zaman kaybettim..
bi aşk kaybettim..
ve hayatımı..
Ve hayatını kaybetti..

başka hiç birşey..

ve kabuslar kazandım..
Gecelerim..
Rüyalarım.. Hayallerim..
Senli Benli..

ve çıkmıştım işte kapıdan..
Ve Seni unuttuğumu hatırlayamiyorum..

23 Aralık 2011 Cuma

1.Yaşgünüm


Ve tebrikler bana…
1 yılı doldurmuş bulunuyorum burada. Bakalım Peri bu bir yılda neler yaptı, neler öğrendi, neler yaşadı, neler yaşattı…
Sektörel  anlamda öğrendiklerim benim yapıtaşlarım, adımlarım, kattıklarım, tuzum belki de biberim oldu.
Bu kadar inanılmaz ve harika bir şirkette çalışmak inanın ömre bedel..
Bir sektörün, hem de aklımın ucundan geçmeyecek bir sektörün beni nasıl büyülediğini, öğrenme arzusuyla perçinlediğini ve üzerine bir kariyer inşa etme fikrini yarattığını keşfettim aslında.
İnanılmaz ama gerçek…
Tıpkı gerçek sevgi gibi..Katıksız..
Tabi ben konuya bu açıdan yaklaşmayacağım…Benimkisi biraz psikolojik gelişim yönü…
Ben bu yıl burada neler yaptım en baştan göz atalım..
Yepyeni bir hayattı benimkisi. Sıfırdan başlamanın adıydı. Sıfırdan inşa etmekse her şeyi en zorlu sınavdı hayatımda ki.
Ailem..En sevdiklerim..
Dostlarım…
Hepsini geride bırakıp, tek başına bir ordu olmaya çalışmak…
İnsanları tanımak, anlamak, güvenmek ve sevmek… Yeniden…
İlk geldiğimde korku, en temelli hissettiğim duyguydu burada. Neler bekliyordu beni, nelere gebeydi 25 yaş?
Başarabilecek miydim?
Başarmak zorundaydım halbuki..
Bana inanan bir ailem, ayakta durmamı gerektiren bir kişiliğim vardı. Önceleri sevmeye çalıştım herkesi burada, daha doğrusu anlamaya…Çalışmak istedim. Çok çalışmak…Tükenmek çalışırken…
Tüketmek kendimi .Çünkü buydu beni huzurlu kılan. Yoğrulmak bir hamur gibi…Yontulmak bir heykele dair…Bir şeyler katabilmek kendime…Doymak, doyuma ulaşmak…

Çok şey öğrendim ben 1 senede.
1 sene yaş’landım.
O yaş ki nelere kadir…
Ben neler öğrendim peki bu senede?

İlk olarak erken saatlerde güne başlamanın verdiği zorluğu ama bu zorluğun zamanla uykunu almak zorunda kalma endişesiyle düzenli uyku programını ayarlamanın kararlılığını öğrendim.

Anlamsız sebepler yüzünden tanımadığın bir insan tarafından azarlanmayı, zamanla bu tip şeylerin aslında insanların eksiklik ve kişisel kavgalarını gösterdiğini öğrendim.

Kimseyi tanımadığın bir ortamda sürekli gülümseyebilmenin zorluğunu, ama bu tebessümlerin zamanla seni ifade ettiklerini ve insanların buna tepkilerinden iç aydınlıklarını ya da karanlıklarını yansıttıklarını öğrendim.
Kalabalıklar içinde yalnızlığı öğrendim ve yalnızlığın seni bir zaman sonra kendi kendine ne kadar yetebildiğini öğrettiğini gördüm.
Yalanı öğrendim… Yalan söylemeyi bilirdim tabi de, bana yalan söylendiğinde ve anladığımda insanların kendini ne kadar aptal yerine koyabildiklerini öğrendim.
İnsanları kırmamak için hayır diyememenin sonunda en çok kendime zarar verdiğini öğrendim.
İnsanları çıkarları için karakterlerinden nasıl vazgeçebildiklerini öğrendim…
Sabretmeyi, daha çok dua etmeyi öğrendim…
İçinden paylaştığın her duygunun, her düşüncenin ya da sırların ileride aleyhine delil olarak kullanılabileceğini öğrendim. Sessiz kalma hakkımı  siz kullanın ben içimdekilerin aynasıyım dostlar..
Sıcakkanlı bir insan olmanın, seni rahat gösterdiğini, yanlış anlamalara neden olduğunu ama zamanla sıcakkanlılığın, iyi niyetin ve insanlığın asıl göstergesi olduğunu öğrendim. Nemrutlar out ,sıcak bir kalp in her zaman dostlar ,koyverin  gitsin…
Sevginin vazgeçmemek olduğunu, bir iki dalgada dibi boylayan bir gemi olmadığını, küçücük bir sandalda olsa son nefesine kadar  savaşan bir suret olduğunu öğrendim.
Yalakalığın, dürüst olmaktan daha çok prim yaptığını öğrendim.
İnsanların başkalarının eve giriş çıkış saatlerini bile merak edecek kadar yoksun olduğunu öğrendim.
Haksızlığa karşı verdiğin her savaşı kazanamayacağını, her zaman iyilerin kazanmadığını öğrendim.
Dolu bir kafanın, araştırmacı ruhun, öğrenme isteğinin seni bir yerlere  getirmediğini ve insanlarda hazımsızlığa yol açtığını öğrendim.
Bazı insanlara sabretmek ZORUNDA kaldığını ve bununla yaşaman gerektiğini öğrendim.
Söz vermenin önemini ve dostlukta en önemli şeyin vefa olduğunu öğrendim.
İnsanların konuşacak başka konu bulamayacak kadar vasıfsız olmaları sebebiyle sürekli dedikoduya meyilli olduklarını ve bundan ölesiye keyif aldıklarını öğrendim. Yaş, çoluk, çocuk sahibi olmak, eğitim... Bunların insanı kalifikasyon sahibi yapmadığını ve zihniyetlerin değişmesi gerektiğini öğrendim.
Ancak yetersiz insanların seni yetersiz bulduğunu ve yaptıklarınla tatmin olmadığını öğrendim.
Yazı yazmayı çok sevdiğimi ve yazdıklarım konusunda kimin ne düşündüğünün hiç umurumda olmadığını öğrendim.
Burada ilk defa kendi arabamı kendim aldım. Evet, evet tek başıma… İnanasım gelmiyor bazenJKendimi tebrik edeyim bari burada…
Saygı uyandırmanın sevilmekten daha büyük bir iltifat olduğunu; ama saygıyı kazanmanın kolay olmadığını öğrendim. Evet bazı insanlara saygı duymak istesem de duyamıyorum.
Bir şeyler başarmanın istemenle paralel yürümediğini, kimi zaman başka faktörlerin seni taşıdığını öğrendim.
Başkalarına tabiri caizse yalakalık yapmanın asla ve asla bana göre olmadığını ve bu yüzden belki de farklı diye gösterilip çok sevilmeyeceğimi öğrendim.
Ailemle ne kadar çok gurur duyduğumu, böyle bir ailenin çocuğu olmanın herkese nasip olamayacağını ve bunun için her gece dua etmem gerektiğini öğrendim.
Ailemin sahip olduğu değerleri burada çoğu insanda bulamamın aslında farkı ayırt etmem için ne önemli bir ayrıcalık olduğunu öğrendim.
Kimseye gerçekten güvenmemem gerektiğini ama güvensizde yaşamanın ne kadar zor olduğunu öğrendim.
Bazen olumsuz yaklaştığın bir insanın hayatında koskocaman yer edinip, seni ilerilere taşıyabildiğini ve gerçek bir kardeşin daha olabildiğini öğrendim.
Bazılarının senin yaptıklarını beğenmemesinin aslında  seni kendilerinin asla olamayacağı yerlerde görmesinden dolayı olduğunu öğrendim.
Bazen yaşça benden çok büyük kişilerden çok daha yaşlı ve olgun olabildiğimi öğrendim. Ama sevdiğim insanlara bebekler gibi cimcime olabildiğimi keşfettim.
Tahammül sınırlarımı genişletmeyi ve sabırsız bir insan olduğumu öğrendim..
Bazen insanları gerçekten üzdüğümü ve bunun beni kahrettiğini öğrendim…
Alışmanın gerçekte sevmekten daha zor  olduğunu öğrendim.
Dostluk kavramının herkese göre değişen bir içeriği olduğunu öğrendim.
Sahip olduklarıma şükretmeyi öğrendim.
İnsanların güç kavgalarının sadece insanlıklarından götürdüğünü ve buna kimse tarafından saygı duyulmadığını öğrendim.
Otoriteler karşısında  haksızlığa karşı gelmenin ,doğru için didinmenin hiçbir anlamı olmadığını öğrendim.
Dikte edilen şeylerin, insanların gerçek karakterlerini sınadığını, güçsüz kişiliklerin bu testi geçemeyip kendinden feragat ettiğini öğrendim.
Birinin hep yanında olacağını bilmenin verdiği güvenin huzur verici olduğunu öğrendim.
İyi gün arkadaşlıklarının ne olduğunu ve kötü günde insanın etrafında doğru dürüst kimsenin kalmadığını öğrendim.
Biriyle ilgili kötü düşünebilen insanların ,o insan karşılarına çıktığında oscarlık oyuncuları aratmayabildiğini öğrendim
Bir şeyler öğrenmenin temelinin başkasının yardımları değil, tamamen içinden gelen bir azimden yeşerdiğini öğrendim.
Ufacık bir sarsıntıda tepetaklak olan, maskeli dostlukları öğrendim.
Çok sevmenin hiç pes etmemek olduğunu öğrendim.
Komplekslerin insan ilişkilerini zedelediğini ve onarılamaz yaralar oluşturduğunu öğrendim.
Bazen hiç tanımadığın bir insanın gözümü doldurabildiğini öğrendim.
Çok çalışmanın beni doyuma taşıyan bir unsur olduğunu ve tabiri caizse saçı başı dağıtacak kadar çok çalıştığımda huzur bulduğumu öğrendim.
Her an her şeye hazırlıklı olmak gerektiğini ve asla demememeyi öğrendim.
Saygı duymadığım, tanımadığım, beni gerçekten tanımayan insanların sözlerine hiç itimadım olmadığını, inadına yaşadığımı ama bende değer uyandıran insanların sözlerinin deprem etkisi yarattığını öğrendim.
Annemi ölesiye özlediğimi, babamın hayata kattığı her şeye ne kadar saygı duyduğumu , kardeşimin nefes alma sebebim olduğunu öğrendim.
Karakterimden hiç kimse için vazgeçmeyeceğimi, ne pahasına olursa olsun, kim isterse istesin gururumu, karakterimi sindiremeyeceğimi öğrendim.
Babamın doğru karakter anlayışına ne kadar saygı duyduğumu öğrendim.
Abilik,kardeşlik , dostluk denilen şeyin bir şeye başlayıp yarım bırakmakla olmadığını,sonsuzluğu kapsadığını öğrendim.
Hiç kimsenin en ufak yardımı olmadan, haksızlıklara, dürüst olmayan insanlara karşı tek başıma ayakta kalabilmeyi ve bu konuda kimseye ihtiyacım olmadığını öğrendim.
Sevdiğin ve seni çok seven insanların ne kadar büyük bir şans olduğunu öğrendim.
Basketbol oynamayı ne kadar çok sevdiğimi ve bunun alt yapısının birliktelik, takım ruhundan geldiğini öğrendim.
Beklemesini bilenin ayağına her şeyin geldiğini öğrendim.
Biri yanlışı hemen buluyorsa, muhtemelen zamanında onunda yaptığını öğrendim.
İnsanların olmaya korktukları şey olduğunuzda ,hayranlıklarını kazandığınızı öğrendim.
Bazı hataların yapılması gerektiğini ve insanın en çok kendi hatalarından kazanımlar elde ettiğini öğrendim.
Kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin lafının hayata entegre edilmesi gereken birinci savaş taktiği olduğunu öğrendim.
İnsanların sevdikleri şeyleri yok etmeye, daha sonra da yok ettikleri şeyi yeniden sevmeye meraklı olduklarını öğrendim.
En kötü hikayelerini, en güvendiğin insanların yazdığını öğrendim.
İyi insanların hayır kelimesini kullanamadıkları için bahane uydurmak zorunda kaldıklarını, burada asıl suçlunun ısrarcı davrananlar olduğunu öğrendim.
Büyüyünce geçer sözünün hiç bilinmeyen tarafının; ne kadar büyüyünce sorusu olduğunu öğrendim.
Geçeceğin ve yakacağın köprüleri ayırt etmenin ne kadar meşakkatli olduğunu öğrendim.
Alçalan insanların yükselen değerlerinden kendimi sıyırıp, uzaklaşmayı öğrendim.
Duymayı istediğin şeylerden ziyade, duyman gerekenleri söyleyebilecek  cesareti olan insanların yanında olmam gerektiğini  öğrendim.
 Mutlu olmak istiyorsan bir amaca bağlan, insanlara ya da eşyalar değil sözünün insanın hayat felsefesi olması gerektiğini öğrendim…
Ve daha bir çoğu aslında…
Büyüdüm…1 yıl daha…
Kendime kattıklarım ve kaybettiklerimle…
Öğrendim, ağladım, kahkalar attım hayata dair…
Bildiğim bir şey var ki insan deneyimleriyle perçinleniyor gün be gün…
Öğrenmek, olgunlaşmak , büyümek, büyütmek…
Bir arkadaşımın da vurguladığı gibi; Mevcudiyetimizin yegane temeli budur…
Büyümek…
Ve son olarak öğrendim ki; Büyümeye başladığım yer annemin karnı, sonrası bir ömür; ama hiç büyümediğim tek yer annemin kalbiymiş meğer…

Bugünümde yanımda olan, bana eşlik eden, bana bir şeyler katan, hayatımı tebessümleri, deneyimleri, bilgileriyle renkten renge boğan, hayatımı daha çok yaşanır kılan ve sevdiğim, beni seven herkese teşekkürler…
Siz olmadan olmazdı…
Nice yıllara…


Peri







1 Aralık 2011 Perşembe

STEVE JOBS'DAN HAYATA DAİR


Silikon Vadisi'ni besleyen ve Google'i doğuran, ABD'nin ve dünyanın en önemli üniversitelerinden Stanford'un birkaç sene önceki mezuniyet töreninde tüm öğrencilerin önünde saygıyla eğileceği, büyük bilişim senseisi Steve Jobs bir konuşma yaptı.
Facebook ve YouTube gibi paylaşım siteleri sayesinde bu konuşma bütün dünyada bir efsaneye dönüştü. Steve Jobs ezeli rakibi Bill Gates kadar zengin değil belki ama Stanford mezunlarının gözünde çok daha ulu bir isimdi. Yeni mezunlara bu hayata atılma törenlerinde çektiği nutukta kendi hayatına gerektiği anlarda nasıl cesurca müdahalelerde bulunduğunu ve korkusuzca nasıl format attığını anlattı.

Apple ve Pixar'ın kurucusu ve beyni olan başarı timsali CEO'dan hayata yeniden başlama dersleri...
Sevdiğin İşi Kovala!
"Hayatımın erken bir döneminde neyi sevdiğimi bulduğum için şanslıydım. Ortağım ve ben Apple'ı 20 yaşındayken evimizin garajında kurduk. Çok yoğun çalıştık ve 10 sene sonra Apple, 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirkete dönüşmüştü. En nadide ürünümüz Macintosh'u piyasaya sürdüğümüzde ben 30 yaşıma yeni basmıştım. Ardından kovuldum. Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl koyulabilirsiniz? Geleceğe yönelik görüşlerimiz farklılık göstermeye başladı ve yönetim kurulu benim tarafımda yer almadı. Sonuçta 30 yaşında dışarıda kalmıştım. Hayatımın odak noktası olan şey bir anda yok olmuştu, bu büyük bir yıkımdı. Birkaç ay ne yapacağımı bilemedim. Başarısızlık sembolü olmuştum ve vadiden kaçmayı bile düşündüm. Fakat yaptığım işi hala sevdiğimi farkettim...Ve yeniden başlamaya karar verdim...O zaman farkına varmamıştım ama Apple'dan kovulmak başıma gelebilecek en iyi şey olmuştu...
Hayatımın en yaratıcı dönemine girmek üzere özgürleşmiştim. Sonra Next ve Pixar adında başka iki şirket kurdum ve eşim olacak inanılmaz kadına aşık oldum. Pixar'da dünyanın ilk bilgisayar animasyon filmi Toy Story'yi yarattık ve şu an dünyanın en başarılı animasyon stüdyosuyuz. İnanılmaz olaylar zincirinden sonra, Apple Next'i satın aldı, ben Apple'a döndüm. Kovulmamış olsaydım bunların hiçbirinin olmayacağından son derece eminim. Tadı kötü bir ilaçtı, ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı, işiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin. Durmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin! Yılmayın."

Cesur Dil!
"Üçüncü hikayem ölüm hakkında. On yedi yaşındayken, şöyle bir şey okumuştum: "Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan. Günün birinde haklı çıkarsın." Bu cümle beni etkilemişti ve o günden beri her sabah aynada kendi kendime hep şunu sordum: "Eğer bugün son günüm olsaydı, bugün (normalde) yapacaklarımı yapmak ister miydim?" Uzun süre artarda,hayır yanıtını verdiğimde, bir şeyleri değiştirmem gerektiğini anladım. Bir yıl kadar önce ise bana kanser teşhisi kondu. Önce üç ila altı aydan fazla yaşamayı beklemememi söylediler. Bütün gün o teşhisle yaşadım. Akşama doğru biyopsi yapıldı, neyse ki benim kanserim ameliyatla tedavi edilebilecek bir türdenmiş. Beni ölüme en çok yaklaştıran olay budur ve bu deneyimi yaşamış biri olarak diyebilirim ki ölüm faydalı fakat sadece entelektüel bir kavramdır. Hiç kimse ölmek istemez Cennete gitmek isteyenler bile. Oysa ölüm hepimizin ne ortak sonu ve aynı zamanda ölüm hayatın en güzel icatlarından birisi. Hayat'ın değişim ajanı. Yer açmak için, eskilerden kurtulmanın tek çaresi. Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yasama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin ve sezgilerinizin sesini duymasına engellemesine izin vermeyin."
Verimliliğinizi arttırmak ve hayatta aradığımız tatmini sağlamak için kilit bir hareket. Neden mi?
Yeni bir bilgisayarı gözünüzün önüne getirin. Tertemiz, cillop gibi bir sabit disk, az önce kurduğunuz işletim sistemi ile adeta uçuyor. Sabit disk bomboş, hantallık sağlayan gereksiz programlar, virüsler, zararlı yazılımlar yok, neredeyse leb demeden leblebiyi anlayacak ve daha siz simgeye tıklamadan istediğiniz şeyi açacak. Zamanla porno sitelere giriyor, hafızayı dolduruyor, cracklerle diski kötü amaçlı yazılımlara boğuyor, yükledikten sonra beğenmeyip sildiğiniz her şeyde sistemi daha da hantallaştırıyorsunuz. Ne kadar dikkat ederseniz edin bir kaç hafta sonra bilgisayarda gözle görülür bir yavaşlama var. Bir kaç ay sonra ise hiçbir şey doğru düzgün çalışmıyor, her taraftan uyarı mesajları almaya başlıyorsunuz. Bu can sıkıcı evreyi geçince de nihai son; sistemin çöküşü...
İnsan hayatı da aslında pek farklı değil. Gerektiği anda cesur kararı verip formatı atamadığımız hallerde kişinin eli kolu bağlanıyor, işleri yolunda gitmiyor. Ne kadar çok çaba sarf edilirse sarf edilsin verimlilik düşüyor, yorgunluk ve bunalım kaçınılmaz oluyor. Tanıdık geldi değil mi? Hemen gelecekte kullanılacak dosyaları yedekleyip cesaretle hayatınıza formatı atma vakti gelmiş demek ki...
Değişiklik İyidir!
Eskiden bir alanda ne kadar bilgi/tecrübe sahibi olunursa kariyer anlamında da o denli yükselinirdi. Fakat post-modern toplumun yeni bireyi için bunu söyleyemeyiz. Yeni formül mümkün olan her alandan minimum seviyede de olsa bilgi sahibi olmak. Maalesef gelinen noktada hiç bir konudan gerçekten de bir b*k anlamanıza, konuyu yalayıp yutacak birikime ihtiyacınız yok. Ortaya hangi konu atılırsa atılsın, ortalama bir insandan zerre kadar bile fazla bilseniz yeter.
Hayatınıza dönem dönem atacağınız formatların bu yönde önemli bir faydası büyük. İş hayatından örneklendirirsek; düşünün yıllardır aynı şirkette aynı departmandasınız. Hergün aynı masaya oturup, aynı insanlarla konuşup, aynı görevleri yerine getiriyorsunuz. Bunun kişiye tek katkısı kıdemdir. Bir kaç senede bir iş ya da en azından departman değiştiren kişiyse şirketin ve piyasanın farklı elemanlarıyla iletişim haline olacağı ve farklı işler yaparak yeni tecrübeler kazanacağı için kendisini çok daha fazla geliştirme olanağı bulur. Sadece iş hayatı için geçerli bir durum değil bu. Okul diplomanızı aldığınızdan beri en azından oradakiler kadar yakın ve kafanıza göre arkadaşlar bulamadıysanız, halen bütün zamanınızı sabah akşam 10-15 senelik arkadaşlarınızla geçiriyorsanız bu durum sosyal olarak bir tıkanma yaşadığınız anlamına gelir. Mevzu eski arkadaşları hayatınızdan çıkartmak değil, sadece yenilere de yer açacak kadar zaman yaratmak için küçük elemeler yapmak. Hayatta kimden ne öğreneceğiniz, kimin vizyonunuzu nasıl değiştireceğini öngörmeniz çok zor ama her halükarda farklı bir bakış açısının, yeni iletişimlerin ufkunuzu genişleteceği kesin.
Nasıl Düğmeye Basarım?
Kendinizde yeterli cesareti bulamadığınızda belki de doğru zaman şimdi değildir diye düşünebilirsiniz ama eğer işler yolunda gitmiyorsa/gitmeyecekse kaçınılmaz sonu beklemenin de bir alemi yok. Unutulmaması gereken şey, her yeni başlangıçta, start noktanız neresi olursa olsun bir öncekine daha avantajlı başlıyorsunuz. Korkunun ecele faydası yok. İstifa mektubu cebinde olan bir adamın hayatta sırtı yere gelmez!

29 Kasım 2011 Salı

ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

Orhan Veli

Yetmiyor

Yormak istemiyorum artık kimseyi.
Yorgunum zira!
Kelimeleri yanyana getiresim yok kendimi anlatmak için.
Sen anla!
Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için.
Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve
yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var..
Yetmiyor bildiklerim....


Can Yücel

25 Kasım 2011 Cuma

Ünlü film yıldızı Audrey Hepburn'e güzelliğinin sırrını sordular.Bu soruya karşılık aşağıdaki makyaj tarifini verdi:


''Çekici dudaklara sahip olmak istiyorsanız, dudağınıza tatlı sözden başkasını  dokundurmayın.
 Güzel gözleriniz olsun istiyorsanız, güzel insanlarla göz göze gelin, gerçek dostlar edinip  sık görüşün.
 İdeal beden ölçülerine sahip olmak ve hep zayıf kalmak istiyorsanız, yemeğinizi  yoksullarla ve açlarla paylaşın.
 Alımlı saçlara sahip olmak istiyorsanız, çocuğunuzun günde en az bir kere onu  okşamasına izin verin.
 Dikkat çekici pozlar vermek istiyorsanız, yanınıza bilgelik ve tevazuyu alarak yürüyün, asla cahilce ve gururla yürümeyin.
İnsanların da tıpkı elimizin altındaki eşyalar gibi, hatta onlardan çok daha fazla onarılmaya, yenilenmeye, bakım gömeye, gözden geçirilmeye ihtiyaçları vardır. Hiçbir insanı eskisi, bozuldu işe yaramıyor diye elinizden çıkarma hakkınız yoktur.
Hatırlayın, bir yardım eline ihtiyaç duyarsınız, kendi omuzunuzdan kolunuza doğru göz gezdirin, dirseğinize ve bileğinize varın, işte orada bir yardım eli bulacaksınız.
Yaşlandıkça, iki elinizin olduğunu, birinin kendinize, diğerinin de başkalarına yardım etmek üzere yanınızda hazır beklediğini fark edeceksiniz.
Bir kadının güzelliği giydiği elbisede, beden ölçülerinde ya da saçını tarayış biçiminde değildir.
Bir kadının güzelliği gözlerinden okunmalı, çünkü gözler kalbe, yani aşkın yaşadığı ülkeye giden kapıdır.
Bir kadının güzelliği yüzündeki benlerden değil, içinde sakladığı ruhundan okunur.''

Audrey Hepburn

Gospel

Masmavi  bir gökyüzünün korkutan sakinliği gözlerinin mavisinde,
Bir deli rüzgar eser de değerse yüreğe
Korkusundandır med-cezirlere  gebe kalması sessiz yakarışların…
Ne sabra sükut,
Ne fırtınaya liman olur buğulu sözcükler…

Korkmaya da çekinir bazen…
Kabullenişi varoluştan sayar ..
Bazen ihtiyatla,
Bazen tecrübeden uzak…

Sesinin renginde bulur soluksuz kalışları
Nefes nefese,
Hayatı keşfedercesine…
Ve bir gün susar…
Susarak saklanır hikayelenmiş yanılsamalardan…
İnanmayı reddettikçe hayat bulur gözlere devran olmuş parıltılar…

Yine de gider…
Vazgeçmiştir çünkü daha hiç tanımadan…
Debelenmelerin soğuk savaşlarından,
Umursamaz sıcak sevişlerinden…

Öylece bakar,
Öylece susar,
Öylece yola çıkar…
Yol uzundur,
Kalbi acılı,
Gözyaşları sessiz…

Ve gider…
Özleyerek yaşanmamışlıkları…

Peray Özdil 25.11.11

24 Kasım 2011 Perşembe

Dersim katliamında öldürülen Seyit Rıza efendi'nin son sözleri hayatıma atılan bir ok sanki...

"Ben sizin yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert olsun. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun"......

İçeriği "İYİKİ" Olan Hiçbir "KEŞKE" Yoktur...

 
.

Hadi yüzleş keşkelerinle yüzleş ki; her “keşke” yi bir “iyiki” ile sıvayabilesin,yüzleş ki yarın “ben bugün yeniden doğdum”diyebilesin.

Yaşamın senden aldıklarını senin ondan çaldıklarını her şeyden
öte yaşadıklarını düşün, her “keşke”nin yerine bir iyi koy, yaşadığın anlara ve anları böl yıllara, hadi “keşke”lerini say, senin için yüzlerce “keşke”nin karşısına bir “iyiki” koy yaşanan anlara inat, hadi tart ve düşün hangisi ağır diye...

Ne çok şey almıştır zaman ve ne çok şeyi tüketmiştir farkına varmadan insan, en çok kaybettiği değerler için ağlar ve en çok yitik zamanlarda bıraktığımız “keşke”leri yaşarız ömrümüzde. Ne çoktur dilimizdeki yeri ne çok anlam saklarız bu tek kelimede, ne büyük bir sırdır yüreğimizde son nefese kadar taşımamız gereken peki ya “iyiki” saklamak zorunda olmadığımız en karanlık gecede bile bize ışık olan, herkesle paylaştığımız kaç tane “iyiki” var hayatımızda?
Sen her gece mumlar yakarsın ve ağlarsın en saf yanınla.

Ama “keşke”ler yapışır yakana.

Bir tünel olmalıdır hayatın karanlığında, ışığa uzanan bir dehliz ne kadar yakındır oysa beklenen ışık görürsün, ama yaklaştıkça kaybolur hayattaki “keşke”lerin gölgesinde.Bütün renkler yitirir anlamını,bütün anlamlar kaybolur kendini en mutlu hissettiğin anda bile bir “keşke”çıkar karşına seni umutsuzluğa sürükleyen.

İçeriği “iyi”ki olan hiçbir “keşke” yoktur.

Hadi her şeyi bir kenara bırak bütün “keşke”lerin karşısına tek bir tane “iyi ki”koy, kapat gözlerini ve düşün “keşke”ler ıslıkla “iyiki”ler yumrukla yıkılır unutma.

Hadi “iyiki” askerlerinle bir ordu kur kendine.

Bütün “keşke”lere savaş aç, pusuya düşür onları,denizden geçemiyorsan,karadan yürüt gemilerini. Kavgada namertlik yoktur, unutma varsın senin için kalleş desinler,sırtından kurşunla onları, sonra bir darağacı kur yüreğinde, geri kalan bütün “keşke”leri idamla yargıla ve as,yürü ardında bakmadan,başın dik olsun,muhteşem bir savaş kazanmış muzaffer bir komutan edasıyla yürü,adımların hiç tereddüt etmesin “iyiki”lere giderken.


“Zorbalar görünüşte galiptir” unutma.

Çünkü keşkeler yok artık, yokuş yok,viraj yok artık, ömrünün her karesini dilediğin renge boyayabileceğin bir yol var önünde hep “iyi ki”lere uzanan, hep “iyi”lerin olduğu, boya dilediğince boya, her umut ayrı bir renk,her hayal bir desendir avuçlarında unutma.

Yaşam bir düş değildir,hangi rüyayı görmek istiyorsan onu hayal edersin ve kapatırsın gözlerini,bırak hayat bütün “keşke” yapraklarını döksün takviminden,dünün hükmü dünde kalmıştır çünkü.

Tek kural vardır yaşamda “DÜŞÜN İNAN BAŞAR”

Hadi her şeyi bir kenara bırak.

Bir mum yak, birleştir kirpiklerini ve yeniden öğret gözlerine “iyiki”leri görmeyi.

Eline bir sözlük al, önce KEŞKE sonra İYİ kelimelerinin anlamına bak,hadi karar ver, hangisi daha hoş geliyorsa kulağına yarın sabah onları kat hayatına olur mu?

İnsanları tanırken "narsistleri" es geçmeyin !

Narsisistik- kişilik bozukluğu
''''Genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullarda, düşlemlerde ya da davranışlarda ortaya çıkan üstünlük duygusu, beğenilme gereksinmesi ve empati yapamamanın olduğu sürekli bir örüntü...''''

Kendinin çok önemli olduğu duygusunu taşıma...

Başarılarını ve yeteneklerini abartma, yeterli başarı göstermeksizin üstün biri olarak tanınmayı bekleme...

Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve kusursuz sevgi düşleri üzerine kafa yorma...

Özel ve eşi bulunmaz biri olduğuna ve ancak başka özel ya da üstün kişilerin, toplulukların, kurumların kendisini anlayacağına ve onlarla arkadaşlık edebileceğine inanma...

Çok beğenilme isteği...

Her şeye hak kazandığı duygusu...

İlişkileri çıkarları için kullanma...

Başkalarının duygu ve isteklerini anlama konusunda isteksizlik...

Başkalarını kıskanma ve kendinin kıskanıldığına inanma...

SAYILARI ARTIYOR

Bu özelliklerin çoğuna sahip ve küstah, kendini beğenmiş davranışlar sergileyen tanıdıklarınız var mı? Yakından tanımasanız bile gittikçe çevrenizde bu özelliklere sahip kişlerin sayısında artış oluyor mu? O zaman narsisistik kişilik bozukluğu olan birilerini biliyorsunuz demektir. Çünkü bu tanım ve özellikler psikiyatride kişilik bozuklukları başlığı altında yer alan hastalıklardan biri olan narsisistik kişilik bozukluğuna aittir.

Biraz kendini beğenmenin, hele bu beğenmeyi gerektirecek özellikler varsa sakıncası yoktur. Hatta kendini değersiz hissetmekten, önemsiz sanmaktan çok daha sağlıklıdır. Ama iş sadece kendini sevip, diğerlerini sevememeye gelince sorun olur. O sadece kendi gücü, başarıları, güzelliği ile ilgilenir. Diğer insanları sadece kendi çıkarları için kullanırlar. Aslında diğer insanları umursamasının tek nedeni, kendisi hakkındaki yargılarıdır. Yoksa kişi olarak onları umursamaz.

NARSİSİZMİN ARKA YÜZÜ

Narsisistik kişi, kendini yeterli görüp başarıya ilişkin fantazilerle uğraşır. Ama aslında kendinden kuşku duyan, kırılgan, eleştirilere tahammülsüz, değersiz hisseden bir gizli yanı vardır. İnsanlarla yüzeysel ilişkiler kurup, devamlı övgü isteyen, toplulukların içine gerçek anlamda giremeyen, başkalarına güvenmeyen, dayanamayan, onların zamanlarına değer vermeyen, sınırlarını önemsemeyen biridir.

Toplumsal alanda genellikle başarılıdır. Çok ilgi alanı vardır ama hepsi yüzeyseldir. Sıkıntılı, sağlıksız ve taklitçi değerlere sahiptir. Bir yandan yalan söyleyerek maddiyata dayalı, otoriteye saygısız bir yaşam sürerken, dışarıya dürüst, aşırı ahlakçı ve paraya önem vermeyen biri tablo çizer. Baştan çıkarıcı, denetimsiz cinsel yaşamı olan kişilerdir. Evlilikleri düzensizdir, evlilik dışı ilişkilere girer. Çünkü eşini ayrı bir varlık olarak göremez ve sevemez. Çok iyi konuşan, kararlı biri gibi görünmekle birlikte bilgileri; sadece başlıkları içeren yüzeysel bilgilerdir, ayrıntıları unutur. Onun için, dil ve konuşma kendine güvenini tazelemenin bir yoludur.


ÇAĞIMIZ MI ÜRETİYOR?

Gittikçe yakınmalarımız artar oldu çevremizden, tanıdıklarımızdan. "Sadece kendini düşünüyor, kendi çıkarı için her şeyi yapar, her şeyi hak ettiğini sanıyor, kimseyi beğenmiyor" söylemlerimiz artıyor mu? Yoksa yapılan bir şeyler nedeniyle çağımız narsisistik bireyler mi üretiyor? Evde ''''birey'''' yetiştireceğiz iddasında olan ve çok da fazla çocuğa ayıracak zaman bulamayan anne babaların yetiştirdiği çocuklar kendilerini daha fazla gösterme gereksinimi duyarken, bir yandan da yalnız kalmanın ve ''''fazla birey'''' olmanın sonucu, artan oranlar da narsisistik kişilik özellikleri gösteriyor olabilirler. Tabii bu sürece toplumları idare eden liderlerin kendi çıkarlarını ön planda tutmaları ve diğer politikacıların bu sürece eşlik etmelerinin katkıları da göz ardı edilemez.

SİZ NE GÖRÜYORSUNUZ?

Yetişen yeni nesle öğretilmeye çalışılan, mesajlarla, örneklerle adeta ezberletilen ''''önce kendisini kurtarması gerektiği, önemli olanın bireysel başarısı olduğu, kendini gösterdiği taktirde kazanacağı'''' gibi ilkelerin (!) bu sürece etkilerini de unutmamak gerekir. Bu kadar bireyselleşip, sadece aynada kendini görmeye başlayan insanların gittikçe artan oranlarda mistik öğretilere, yeni dinlere, başka dünyalara ilgi duyması çok da şaşırtıcı olmasa gerek. Belki de bu çağımızın yarattığı bir şey değil, çağımızın gelişmeleri insanlarda zaten var olan bu özelliği sadece belirginleştirdi. Kimbilir belki de bu artış sadece bu işle uğraşan bizlerin söylemlerinden ibaret ve aslında artan bir şey yok, sadece biz var olanların farkına varıyoruz. Sahi sizler çevrenize, televizyonlara çıkanlara, gazetelerde okuduklarınıza, dinlediğiniz propagandalara baktığınızda ne görüyorsunuz?

Yazan: Yazan: Prof. Dr. Bengi Semerci

Beynin çözülemeyen sırları

AddThis Social Bookmark Button
1. Bilgi nöronlarda nasıl kodlanıyor?
2. Anılar beyinde nasıl saklanıyor ve nasıl tekrar hatırlanıyor?
3. Beyin, geleceği nasıl öngörüyor?
4. 'Duygu' ne demek?
5. Zekâ nedir?
6. Beyin, 'zamanı' nasıl algılıyor?
7. Nasıl uyuyor ve rüya görüyoruz?
8. Beynin ayrı ayrı olan sistemleri, birbirleriyle nasıl bütünleşiyor?
9. 'Bilinç' nedir?
10. Bilgisayara karşı beyin?
Hiç merak ettiniz mi nedenlerini. ..
1. Bilgi nöronlarda nasıl kodlanıyor?Beynin en karışık işlemlerinden bir tanesi, bilginin kodlanması. Bu süreçte beyindeki nöronlar, yani sinir hücreleri, zarlarının dışında elektrik akımı oluşturuyor. Bu elektrik akımları, akson adı verilen uzantılara ulaşarak, onlar vasıtasıyla gerekli olan kimyasal sinyallerin açığa çıkmasını sağlıyor. Bu akımlar sayesinde dünyayla, çevremizde olup bitenle ilgili bilgiler beynimize aktarılıyor. Ne görüyorum?, Aç mıyım?, Hangi sokağa sapayım? gibi sorulara yanıt işte böyle bulunuyor.

2. Anılar beyinde nasıl saklanıyor ve nasıl tekrar hatırlanıyor?
Bir kişinin ismi gibi, yeni bir şey öğrendiğinizde beynin yapısında birtakım fiziksel değişiklikler meydana geliyor. Ancak bu değişikliklerin hâlâ ne tür değişiklikler olduğunu, nerelerde meydana geldiğini, bilginin nasıl depolandığını ya da yıllar sonra tekrar hatırlanarak tekrar nasıl gündeme getirildiğini anlayamıyoruz. Beyinde çeşit çeşit hatıralar var. Ancak beyin, kısa dönem anılarla (yeni öğrenilen bir telefon numarasını hatırlamak gibi), uzun dönem anıları (geçen yıl doğum gününüzde yaptıklarınız gibi) birbirinden bir şekilde ayırıyor. Beyin travması ya da beynin zarar görmesi ise bu yetenekleri bozabiliyor.

3. Beyin, geleceği nasıl öngörüyor?
Çoğu zaman gelecekle ilgili birtakım planlarımız ve öngörülerimiz olur. Geleceğin nasıl şekilleneceğini düşünürüz. Beynimizde, gelecekle ilgili bir şekil vardır. Ancak beynin bu gelecek simülasyonunu nasıl yaptığı henüz anlaşılmış değil. Beyin, dünyayla ilgili öngörülerde nasıl bulunabiliyor? Bilim adamları hâlâ bunun yanıtını arıyor.

4. Duygu ne demek?
Beyin, sadece bilgi biriktiren bir organ değil; aynı zamanda duygu, motivasyon, korku ve umutları barındıran bir organ. Bütün bunlar bilinçaltında olan şeyler aslında…Örneğin beynin duygularla ilgili bölümü sinirli yüzlere, o yüzleri görmeden de tepki verebiliyor. Kültürler arasında da temel duyguların dışa vurulması, aslında birbirine benziyor. Hatta Darwinin de gözlemlediği gibi, temel duyguların ifade edilmesi bütün memelilerde benzer.Bilim adamları, insanların fiziksel tepkilerinin sürüngenlerin ve kuşların tepkilerine çok ciddi bir şekilde benzediğine dikkat çekiyorlar.

5. Zekâ nedir?Zekâ farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Ancak biyolojik açıdan zekânın ne anlama geldiği henüz bilinmiyor. Milyarlarca nöron, bilgiyi harekete geçirmek için nasıl birlikte çalışıyor? Gereksiz bilgi beyinden nasıl siliniyor? İki kavram birbirine uyunca ve böylece bir soruna çözüm bulduğunuzda, beyinde neler oluyor? Zeki insanlar bilgiyi beyinlerinde hatırlaması kolay, ayrı bir bölgede mi muhafaza ediyorlar?Beyin fonksiyonları nın temel işleyişiyle ve nöronlar arasındaki bağlantılarla ilgili, bilim adamlarının elinde hâlâ çok az bilgi var. Ancak zekânın, beynin tek bir alanıyla değil, pek çok bölgesiyle ilgili olduğu üzerinde duruluyor. İnsan beyninin diğer canlılardan farkı hâlâ araştırılıyor.

6. Beyin, zamanı nasıl algılıyor?

Alkışladığınızda ya da parmağınızı şıklattığınızda sesi mi daha önce duyarsınız, hareketi mi daha önce görürsünüz?Her ne kadar duyma yeteneği, görme yeteneğinden daha hızlı çalışsa da, parmakların görüntüsüyle, çıkarılan ses aynı anda gerçekleşiyormuş hissi doğuyor. Yani beyin pek çok olayın aynı anda gerçekleştiği hissi yaratarak aslında bizi kandırıyor. Beynin zamanla oynadığını aslında çok kolay anlayabilirsiniz. Aynanın karşısında sol gözünüze bakın. Daha sonra bakışınızı sağ gözünüze kaydırın. Gözlerinizi diğer tarafa çevirmek bir zaman alıyor elbette. Ancak siz gözlerinizin hareket ettiğini görmüyorsunuz. Gözlerinizi kırpıştırdığınızda da aslında gözleriniz çok kısa süreliğine de olsa karanlıkta kalıyor. Ancak bu karanlığı da görmüyorsunuz.

7. Nasıl uyuyor ve rüya görüyoruz?

Zamanımızın üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Araştırmalara göre, az uyumak sinir sisteminde bozukluğa yol açıyor. Canlılar uyuduklarında beynin bir bölümü de uyuyor, ama uykunun mekanizması, işleyişi hâlâ bilinmiyor. Uykuda nöronların aşırı derecede hareket halinde oldukları biliniyor.Ayrıca önemli bir sorunu çözmeden önce uyumanın, o sorunu çözebilmek açısından yararlı olduğu da düşünülüyor. Düzenli uykunun, öğrenme kapasitesini de artırdığı söyleniyor. Özetle, uyku sayesinde beyin bir şekilde gerekli bilgileri depoluyor, gereksizleri ise ekarte edebiliyor.

8. Beynin ayrı ayrı olan sistemleri, birbirleriyle nasıl bütünleşiyor?
Gözle bakıldığında, aslında beynin her bölgesi aynı görünüyor. Ancak aktivitelerini, işlevlerini ölçtüğümüzde, her nöron bölgesinde farklı bilgilerin kayıtlı olduğunu görüyoruz.Örneğin görme yeteneğini ilgilendiren bölgenin içindeki alanlarda hareketler, yüzler, köşeler ve renklerle ilgili çeşit çeşit bilgiler bulunuyor. Yetişkin bir insanın beynini, çeşitli ülkelerin bulunduğu bir dünya haritasına benzetebiliriz. Beynin içinde koku, açlık, acı, hedef koyma, sıcaklık, öngörü ve daha pek çok şeyle ilgili beyin ağları var. Farklı işlevlerine rağmen bu sistemler birbirleriyle bir şekilde bütünleşerek çok iyi bir işbirliğine giriyorlar.

9. Bilinç nedir?İlk öpücüğünüzü düşünün. Bu, hafızanızdan hiç çıkmaz. Peki bu hafıza, bu deneyimi yaşamadan, bu deneyimin bilincinde olmadan önce neredeydi?

Modern bilimde, bilinç çözülememiş olan en önemli sırlardan biri. Bilinç, tek bir fenomen değil. Peki ne? Bilinç, beyindeki hangi sistemlerle ilgili? Bilim adamlarının bu konuda da hiçbir fikri yok…Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre, bilinç konusunda, büyük bir ihtimalle yine bir grup aktif nöron iletişim içinde. Bilincin altında yatan mekanizmanın moleküllerle ya da hücrelerle ilgili olabileceği üzerinde de duruluyor. Belki de mekanizma, bu sistemlerin etkileşimleriyle oluşuyor. Bilim adamları bu sıralar bilincin, beynin hangi bölgeleriyle ilgili olduğunu araştırıyorlar.

10. Bilgisayara karşı beyin Beyindeki elektrik akımlarının hızının, bilgisayarlardaki sinyal hızından 100 milyon kat daha fazla olduğunu biliyor muydunuz?
Bir insan, arkadaşını hemen tanırken, bir bilgisayarın bir yüzü tanıması genellikle çok zor oluyor. Beynin pek çok işlemi aynı anda yaptığını söyleyen bilim adamları, beynin bütün bölgelerinden gelen bilgilerin tek bir bölgede birleşmediğini, ancak bu farklı bölgelerin kendi aralarında güzel bir işbirliğine girdiklerini ve bir ağ, yani network oluşturdukları nı belirtiyorlar. Bizim de dünyaya olan bakış açımız işte bu karmaşık network sayesinde oluşuyor.

YÖNETİCİ NASIL OLMALIDIR...

AddThis Social Bookmark Button
Büyük Amerikan imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve bu ücretin yüksek olduğunu düşünmüşler. İçlerinden iki kişi seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler yaptığını bir görmelerini ve ondan sonra bu konuda karar verilmesini kabul etmişler. İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş: Fabrika müdürü elinde kahve fincanı,ağzında purosu,  etrafa halka dumanlar yaymakla meşgul. Masanın üstünde ne bir dosya, ne bir kağıt hiç bir şey yok.  
Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet üyeleri bu müddet zarfında müdürün hiç bir işle meşgul olmadığını ve yalnız bir kaç basit telefon konuşması yaptığını görmüşler.
Heyet aldığı intibadan memnun İdare Meclisine fabrika müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsür saat zarfında hemen hemen hiçbir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan böyle basit bir iş için verilen yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki nispetinde bir tasarruf sağlanabileceğini söylemiş. Tabii fabrika müdürü bu indirmeye razı olmamış, işten ayrılmış.
Yeni maaşla çalışmayı kabul eden bir çok istekli arasında bir zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş.
Üç aydan sonra idare meclisine gelen imalat istatistiklerinde az, fakat dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, fabrika müdürü yenidir, tabii bu kadar acemilik olur demişler.

Altıncı ayın sonunda üretim ve kar istatistik eğrisi bir hayli düşmüş. Hatalı üretim miktarı ise artmış 
Eski heyet azaları yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret etmişler. Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak imzalamakla meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen giden o kadar çok ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkan olmamış. Fakat heyetin kanaati şu olmuş; böyle canla başla çalışan bir adam başta olduğu müddetçe işlerin düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha bekleyelim.
Sene sonu gelmiş, her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu zararla kapanınca idare meclisi azaları birbirine girmişler ve işi yeniden incelemeğe başka bir heyeti memur etmişler. Yeni heyet, müdürün odasına değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında bekleyen insanlar görmüş, sebebini sormuş aldıkları cevap şu: Hususi bir döküme başlayacağız, fabrika müdürü ben gelmeden başlamayın dedi, biz de bekliyoruz, her halde elektrik atölyesinden bir türlü ayrılmaya vakti olmadı.
O sırada gözleri, yaşlı bir
ustabaşına ilişmiş, adamı şöyle bir kenara çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının sebeplerini sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır hissetmiş olacak ki:

-Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık. Ani, içinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız zaman ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu sorunumuzu çözecek.
O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi, purosunu içer, bizle şakalaşır, fakat hepimiz için düşünürdü. Şimdiki müdür de çok dürüst, iyi niyet sahibi, hatta çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık yapıyor, tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. Elinde purosu,ileriyi görmeğe çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok.

Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen idare meclisi, bir senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak gelmeye razı etmiş.
* Bu olay; Nüvit Osmay'ın "İnsan Mühendisliği“ kitabından alınmıştır.
Yöneticilik güç bir sanattır. Öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz mümkün olabilir.
Onları ,yalnızca zaman ve o müessesenin çalışanları değerlendirebilir. Onun için günlük takdir bekleyenlerden bu sanatın sanatçısı çıkmaz.
Çağdaş Yönetici;
  • Astlarına değer veren, onlara güvenen, yetki aktarandır.
  • Astlarınca güvenilendir.
  • Gereksiz ayrıntıya girmeyendir.
  • Düşünen, planlayan, hedef koyan ve çalışanlarını o hedefe yönlendirendir.
  • İşini ve işyerini sevendir.
  • Astlarının işini sevmesini sağlayandır.
  • Çalışanlarına bir takım oldukları ruhunu verebilendir, takım çalışması yapabilendir.

10 Kasım 2011 Perşembe

Bu şarkı da benim şarkım...

I'm not a perfect person
There's many things I wish I didn't do
But I continue learning
I never meant to do those things to you
And so I have to say before I go
That I just want you to know

I've found a reason for me
To change who I used to be
A reason to start over new
And the reason is you

I'm sorry that I hurt you
It's something I must live with every day
And all the pain I put you through
I wish that I could take it all away
And be the one who catches all your tears
That's why I need you to hear

I've found a reason for me
To change who I used to be
A reason to start over new
And the reason is you

And the reason is you

I'm not a perfect person
I never meant to do those things to you
And so I have to say before I go
That I just want you to know

I've found a reason to show
A side of me you didn't know
A reason for all that I do
And the reason is you

Periden Atasına bugüne özel şiir....

 Bir yolu var Atam,
Sevgimi, hasretimi…
Anlatmanın bir yolu var..”

Aramızdan ayrıldın ve gittin…
Sen gideli çok şey değişti Atam…
Renkler değişti, insanlar değişti, hayatlar değişti..
Biz yine mahcup,  biz yine biçare..
Senin nutkunu unutup naralarla süslüyoruz sahiplenişlerimizi,
Sessiz çığlıklarla dolu hayatlara dönüşümüze şahit ediyoruz seni..
Lafla peynir gemisi yürümez biliriz
Biliriz, biliriz de öyle bir görmezden geliriz ki…
Sana karşı başlatılan hayat savaşları yakarda yüreğimizi,
Sana karşı inşa edilen duvarları görünce sineriz..
Biz konuşuruz,
Biz söyleriz,
Biz ağlarız…
Biz korkarız..,
Biz bunları yaparız da, seyirci koltuklarından kalkamayız bir türlü..
Ayaklarımız tutmaz sahneye çıkmak için..
Senin sunduğun geleceğin aydınlığı başımız döndürmüştür bir kere..
Hep orda kalacak sanırız,
Hep bizimle…
Birileri yok etmeye çalışırken kurduğun Cumhuriyeti ,
Biz 10 Kasımları bekleriz tek yürek olmak için…

İşte bir 10 Kasım daha...
Yürekler buruk, yürekler yorgun..
Bak saygı duyduk, durduk, dolduk…
Sözler verdi yine deli gönül uğruna…
Birileri kıyamadığımız eserlerine ölüm fermanını yazarken
Biz sana şiirler yazacağız, antlar içeceğiz, marşlar söyleyeceğiz..
Tıpkı bugün gibi…
Tıpkı dün gibi..
Affet Atam Affet….
Varlığımızı varlığına armağan ederken, yokluğunda varlığına hasret bırakışının 73.yılında
Rahat uyuyamazsın bilirim yerinde
İçini sızlatır arkanda kalanlar
sadece yüreklerde yaşattığımız o yüce ruhuna selam olsun Atam..
Şad olsun tüm kıymetin….

Peray ÖZDİL









5 Kasım 2011 Cumartesi

Siz bana taş atıyorsunuz.

Ben onları şimdilik kibarca üstüste diziyorum...

Gün gelınce; attığınız taşlar, aramızdaki DUVAR olsun diye..

3 Kasım 2011 Perşembe

Sana kalanı sen seç! Düş gözünden düşlere bak ve düş gözümden..!

Sürgün ve kırgın bir seferiydi !
'Varsın ama yoksun' derdi kendini beni sevmeye inandıranlar.
Oysa ki bu ancak kaderin marifeti olabilirdi...
 Sorgulayana tepki verilmez, yargılayana acı ile karşılık verilirdi o zamanlar...
Çünkü bir fırtına tutmuştu beni, olasılıklara atmıştı..

O zaman;

Beyazın siyaha dönüştüğü geceler vardı...
Tıpkı bugün gibi karşı kaldırımdan bakardım hayata.
Sessizliğim meşhurdu o zamanlar...
Düşünene de, düşündürene de suskunlukla yanıt verirdim. Aynen şimdiki gibi!

Beyaz sayfaları karalamakla başlardı yalnızlık!

Ve şimdi yine bir fırtına tutacak beni!

 Yine  yutacak...

Nereye atacak kim bilir!?

İstanbul...

Acısı fazla kaçmış bir pişmanlık yankılanıyor kalbimin koridorlarında... Kendime kızıyorum tüm geçmiş anıları için. Bir İstanbul melodisi tutturup geldim işte! Aslında daha ne isteyebilirim ki? Durup düşününce bütün çabam bunun içindi ama yine de pişmanım işte...

İçimden gelen bu trajedi, en saçma zamanlarda kelimelere dökülse de ilk defa cümle halini alarak çözümsüz kalıyor. Öyle ya! Saçmalıkların tamamı, benim hayatımın şans melekleriydi eskiden. Şimdilerde ise bu küçük yerde martı sesleriyle uyuyor, dalga sesleriyle ağlıyor, kendi sesimle yaşlanıyorum.

Herkesi ve herşeyi sildiğim bu dönemde ilk defa yalanlarıma kılıf aramaktan sıkıldım. Oysa ki dünyayı bile sığdırabileceğim bir kılıfım mutlaka cebimde bir yerde bulunurdu. Bu konuda üzgün sayılmam ama ''''cebimdekileri ne zaman kaybettim'''' diye de düşünmeden edemiyorum.

Diyorum ya işte... Acısı fazla kaçmış bu pişmanlığın. Eskiden olsa anlam veremezdim ama sanırım artık biliyorum. Hayatım boyunca yaşadığım en büyük pişmanlıkların baharatı İstanbul''muş meğer...

19 Ekim 2011 Çarşamba

Peri tozu-E book Meyankökü gökyüzünde..



Özür dilerim senden..Yaşadığım yaşattığım üzdüğüm ağlattığım herşey için.. Kırdığım kalbin büktüğüm boynun için.. Özür dilerim herşey için!

Düşüncelerim o kadar anlamsız ki..Her “ağlıyorum” deyişinde yüreğimden düşen yaşlar..Anlam veremediğim kalp çırpıntıları.. Her “seviyorum” deyişinde yüzümdeki tebessüm.. Ama o varamadığım mutluluk payı. .
Ayıramadım sana zamanı .
Ayıramadım hayatımı .

Yanında olmak için verdiğim çaba da cabası . Ne yapmak istiyorum nereye gitmek istiyorum ne istiyorum inan bilmiyorum. İnan üzmek değil amacım.. Her yapma deyişimde üstüme üstüme gelmen..Her git deyişimde yine de gelmen! Kırsam da kalbini ağlatsam da seni yine de sevmen beni.. Yineyeniyeniden… Yepyeni kalp çırpıntıları . Haketmiyo bu kalp seni .Affet beni…Affet çok üzdüm seni .
..

Hep bi maraton..Hep bi engelli koşu hayallerime..
Hep çizikler yeniden başlama ümitleri..
Senin çabaların benim nankörlüğüm!
Ve geride kalan mutluluk sahneleri..Bir veda belki de…
Vedaya karşılık elveda cümleleri..
Ve getirilemeyen o nokta işareti !

Özür dilerim hak etmedim seni !!

“Elveda”Ları yakıştırdım sana..
Oysa “merhaba” demeyi beceremedim ki . . .

Gizliden gizliye ağladım. Belki senin kadar değildi.Belki senin kadar acı vermedi ama bende ağladım! Benim de vardı sancılarım..
Özür dilerim yaşatmak isteyipte yaşatamadığım herşey için .
Gelmek isteyipte gelemediğim için..
Ayıramadığım zamanım için..
Senin icin..
Olamadığımız “biz” için !

“Merhaba” denildiği kadar kolay “elveda” denilmiyor deseler de; ben o “merhaba”yı demek için ne işkenceler çektim sen bilmesen bile…

Ruhunun yorulmasına nasıl da izin verdim ki zaten üstelik buna hiç hakkım yokken…
Sana sitem etmeye hakkım yoktu. Sabırsız yanımın seni tüketmesini de göze alamadım.
Hüznü kuşandığın zamanlarda, ayakta durmaya dahi gücümün olmadığını bilmeni isterdim.
Düşlerini bölmek istemedim…
Yorgunluğuna dert eklemeyi istemedim.

İçine ayna tutmak haddim değildi. Senin aynalarını kırmak, sükûnun yanında öylece duruşunu
seyretmek tercihim olmadı. Gözlerinin ve en öte yüreğinin vurgunuydum.ve bu sevgi hiç eskimeyecek…
Acizliğimin ihtişamı ile güçlü yanım gölgeleniyor. Görkemli kelimeler yürüyor
satır aralarına...
Sessiz sedasız geçmeyen zamanın, gürültülü ayak seslerini nasıl silmeli
kulaklardan?Haşin yüzünü saklayan uzun ve yalnız gecelerin koynunda hangi korkuyu uyutmalı?

Yüreğine Sarıldım Senin.....Gözlerini incittiğin ve o incileri saçtığın her gün,yüreğimi de İnciteceksin.
seni  incitmek tercihim değildi
.iyi ki,ufkumda Sen Varsın.....

Yüreğine
Çok Şey Borçlu Olduğumu Unutma!Ve Ağlatma Yüreğini!....Ağlarsan,Yüreğim
de Sana Eşlik Edecek...