28 Aralık 2012 Cuma

Mutluluğa bağlanan sipariş

Mutluluğa çıkılan bir ihaleydi benimkisi...
Çok sayıda satıcının arzına endam olan..
Eksikliği değildi,
Yokluğuydu yüreğe mıh gibi saplanan...
Tekniğinden bile geçirmiyor bazen hayat...
İronilerine temel oluyor yaşanmışlıkların kapanmaz yaraları...
Bekleneni değil,özleneni arıyor yürek
Gebe kaldıkça sıradanlıklara...

Ey hayat,
Ucuza bırakılan hayat!!
Başkalarına olduğu kadar,
kendimize de yabancı ettin usulca...
Vicdanına tutsakken,
Bencilliği yakıştırdın parıldayan yıldızlara ...

Hayat!
Mutluluğun iyisi şansın kötüsünde belli olur...
Dosya kapanmıştır...
Sıradaki..

Peray ÖZDİL

Adres

Ne kalmış yüreğine fısıldadıklarımdan geriye...
Bir deli rüzgarla savrulup atılan sonsuzluğa...
Kaçış yok dediğin her nameye inat haykırışlarım,
Kime sorarsan sor hep aynı yerde..

Peray ÖZDİL

Kadeh...

Sen ki beyazların düşünden yoksun kirlenmiş bir yabancı,
Hüzünlü gözlere hapsetmiş biçare masumiyeti..
Korkum ecelden değil,değil de...
Gün gelip yaşayamamış olmaktan seni...

Karanlığın çıldırtıcı gülüşünde mi saklı gerçeğin ateşten okları?
Yoksa bu parlak ışık mı rota olan utkudan yoksun feryatlara?
Ben ki engin denizlerde kaybolmuş bir yabancı,
Şerefine olsun tüm yalnızlığım...

Peray ÖZDİL

Şah

Hayat akıp giderken hesapsızca ,
Grilere tuval oluyor her hatıra...
Kalbe dokunmuyor da sevgiler,
Koşuyorlar peşinden terkedilmişliğin umarsızca...

Şimdilerde soruyorum kendime,
Vazgeçilen her adımdaki gölgeler değil mi bizi gökkuşağından uzaklaştıranlar?
Yoksa inkar edilen her damlada mı yokoluyor o enfes kahkahalar..
Yol ayrımına gelince anlıyor ki insan,
Asıl mutluluk kifayetsiz tercihlerden geriye kalanlar...

Ya kalır savaşırsın grinin onlarca tonuna inat...
Ya bırakırsın kendini kollarına yokoluşun,
Yaşamak cesaret ister dalgalı denizlerde ey koca dünya,
Sen gördüğümden öte,
Ben tahmininden....

Peray ÖZDİL

12 Aralık 2012 Çarşamba

Sultan Süleyman

Zaman zor zaman dostum,
Zaman acı zaman...

Hayaller desen kömür karası...

Lale devri bitmiş,Süleyman çoktan gitmiş...
Boşver sen saltanatı,
Hala nefes alıyormusun ondan haber ver...

Peray Özdil 12.12.12



6 Aralık 2012 Perşembe

Şibumi felsefesi

 

O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok.

O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok.

O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok.

Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek.

İfade dolu bir sessizlik demek.

Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçak gönüllülük demek.

Şibumi zarif bir basitliği ifade eder.

Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir.

Bir insanın kişiliğindeyse...nasıl söylemeli... Hakimiyet peşinde olmayan otorite mi?

Onun gibi bir şey..."

25 Eylül 2012 Salı

İthafen

Uzun sustum, ey durmadan konuşanlar.
Geçmedi üşümem, ben bir aşkın kar yağışından geliyorum.

Şükrü Erbaş
 

3 Eylül 2012 Pazartesi

03.09.2012

Havam bozulmaya başladı yine,
Gözlerim de dolmaya.
Sanırım içimde ,bir yerlere sen yağdı gece gece..

___Cemal Süreya___

29 Ağustos 2012 Çarşamba

No me ames

Benim bütün çabam kimseye muhtaç olmadan yaşamaktır..
İnsanlar hiçbir şeyimi almazlarsa,
Bana çok şey vermiş olurlar..
Hiçbir kötülük etmezlerse,
Yeterince iyilik yapmış sayılırlar..

Montaigne

17 Ağustos 2012 Cuma

Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla  ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin...
 
Can Yücel

2 Different Aspects


Ben bir erkeğim ;

Önce sana melek gibi davranırım. Kızları önemsediğimi vurgularım. Sonra yakın arkadaş oluruz çıkarız. Sen bana aşık olursun bensiz yaşayamazsın, ben seni sen farklısın diye kandırırım. Sen herkese beni anlatırsın aşık oldum diye. Bende herkese seni anlatırım kullanıyorum diye. Artık bana aşık olursun bana kırılınca… 2 güzel söz söylerim affedersin ben sıkılınca sana trip atarım ağlasanda umrumda olmaz. Sonra ilişki sıkınca ayrılırım. Sabah akşam ağlarsın, pişman olursun ve bana yalvarırsın. Ben gülerim hiç olmamışsın gibi hayatıma devam ederim. Kızlarla konuşurum, eğlenirim ne biliyim seni takmam bile.

Ben bir kızım ;


Sen senin için ağladığımı sandığın zamanlarda aslında bizzat kendime ağlarım.Sen bana geldiğinde sende kimsenin göremediğini gördüğüm için sana kucak açarım.Sen beni kendine aşık etmek için klişe lafları birbiri ardına sıralarken,peşimden koşarken seni mutlulukla izlerim.Çünkü bilirim, neticede sonu sadece bir hoşçakal’dır.Sen beni üzersin ve ben ağlarım.Belki de yalvarırım.Ama bu sana değil,kendime yeniden gelebilme çabamdır.Ben ağlarım,çok ağlarım, hatta hep ağlarım.Ama aşkı senden çok daha iyi bilirim ve bu yüzden en çok ben ağlarım.Sen gülersin dışından,ben senin taa içini görürüm.Bu yüzden arkadaşlarıma seni anlatırım,konuştukça büyürsün içimde.Aynı zamanda da yok olursun.Ve sen günün birinde bana haksızlık ettiğini düşünüp geri geldiğinde, ben gerçekten gülümsüyor olurum..

BETÜL MARDİN"DEN KADINLARA ÖĞÜTLER


 1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.

2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.

...
3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini update et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.

4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: One problem less! (Bir problem eksik!)

5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.

6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!

7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.

8. Olumlu olacaksın.

9. Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.

10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin!!

BAMBAŞKA'dan..

“yanlışların ve eksiklerin yüzüne yüzüne vurulmuyorsa, bu senin mükemmel olduğunu değil, dostsuz olduğunu gösterir. Ben duymak istediğin yalanları veremem sana. Onlar sadece günü kurtarır. Işık sandığın ve tutunduğun karanlıkları sana göstermek zorundayım. Unutma; karanlığı aydınlatmazsan, zamanla o karanlığa alışır gözlerin.”
 
KAHRAMAN TAZEOĞLU

Rastgele

'' Eğer sen, başkalarından kendine saygı beklersen bu onlar için büyük bir şeydir. Sadece kendine saygı duyabilirsen diğerleri de sana saygı duymaya mecbur kalır.''

                                                                                                                   Dostoyevski




" Biz gerçeğin kendisiyiz. bırakın oyunlarını oynasınlar. İktidarların en büyük korkusu muhalefet değil, ciddiye alınmamaktır."

Cehenneme Övgü - Gündüz Vassaf


''Neye katlandığın değil, nasıl katlandığın önemlidir.''

Seneca - Düşünceler

12 Ağustos 2012 Pazar

"Ben, yine de vazgeçmedim seni sevmekten.
 Eskisi gibi değil ama.
Biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkâr seviyorum artık seni...
Dudaklarımı ısırıyorum artık adın geçince.
Kavga falan çıkarıyorum.
Eskisi gibi sakin değilim ama olsun..."
Cezmi Ersöz 

Hep mutsuz, hep huysuz ama sorarsan, pek özel!

"İyi bir insan" olmak onu ilgilendirmiyor.
Çünkü bu kendini "iyi hissetmesine" yetmiyor!
Çalışkan olmak umurunda değil. Çünkü sıkılıyor, yoruluyor.
Bilen, düşünen, hisseden ve sezgileri güçlü biri olmaya gelince... Kafa ve kalp konforunu kaybetmeyi göze alamıyor. Meşakkatli ve uzun yollardan kaçıyor.
Çünkü çarçabuk beğenilmek, çok sevilmek istiyor.
Nasıl takılmışsa artık aklına...
Hangi popüler kültür söylemi, hangi medyatik "kişisel gelişim" sözcüsü onu etkilemişse...
Sık sık "ben özelim!" diye tekrarlıyor içinden ve dışından; "eşsizim, biriciğim, bütün iyi şeyleri ben hak ediyorum!"
Ne garip, bunları söylerken gözlerinden bulutlar geçiyor. Çünkü farkında; insanın kişiliği ve hayatı parmak izine benzemiyor.
Durduk yerde "eşsiz", durduk yerde "özel" olunmuyor.
İşte bu yüzden hep tatminsiz!
Bu yüzden ne sevmenin gücünden haberi var ne de sevincin!
Dünya onun "özel" olduğunun hâlâ farkında değilmiş gibi ya, ona bozuluyor.
"Hep bir şeyler eksik" duygusu yakasını bırakmıyor.
Çünkü hayat öteki insanlarla birlikte onu da hizaya girmeye zorluyor.

***

Anlattığım kişiyi tanıdınız, değil mi? Belki, bir ihtimal, sizsiniz.
Ya da çok yakın bir arkadaşınız...
Şunu biliyoruz ki, sayıları her geçen gün artıyor.
Birkaç kuşaktır şehirli olan bir aileden geliyorlar. İyi eğitimliler.
Ve yaşlarını almış olmalarına karşın hala çocuksu bir mızmızlık içindeler.
Değerli bir okulda okuyunca "değerli biri" olacaklarına; bir yeteneğe sahip olunca, bütün dünyanın o yetenek karşısında el pençe duracağına inandırılmışlar.
Oysa el, elden üstün.
Bu gerçekle her yüzleşmenin ardından içi boş, dışı cafcaflı bir mistisizm sarıyor benliklerini.
"Evrenden isterlerse, olacağına"; "seçilmiş oldukları için bir gün mutlaka fark edileceklerine" inanırlarken...
Yıllar huzursuz, mutsuz, huysuz gelip geçiyor.

***

Özellik, seçilmişlik, eşsiz bir değere sahip olmak...Bütün bunlar insanın içinde taşıdığı imkân ve istidatlardır.
Bütün bunlar durduğumuz yer değil, ilerleyeceğimiz hedeflerdir.
O yüzden kof gururlara değil, yolculuğun sevinçlerine kaynaklık etmeliler.
Ah, bir anlasalar ki...
Bir insanın "özel" olması, başkalarını "genel" yapıp üzerlerine basması sonucu gerçekleşmez!
Peki nasıl özel oluruz? "Özelliğimizi" nasıl bulur, ortaya çıkartır ve işleriz?
Severek ve çalışıp çabalayarak...
Geçen gün sevgili Mustafa Ulusoy benzer konudaki bir yazısının sonuna şu ayeti şahit getirmişti.
"Ve insana çaba gösterdiği dışında bir şey verilmeyecektir." (Necm, 39)

Haşmet Babaoğlu

31 Temmuz 2012 Salı

Akılda Kalanlar....
Ekim 2011,Antalya'da uzaklardan bir tatlı dokunuş

2012 Kış aylarından biri...Her yer karla kaplı..Araba hareket ettirmek mümkün değil.Yolların hepsi kapanmış...En sevdiğim çikolata Lila Pause,gece saat 12...Nasıl geldi,nereden bulundu hiçbir zaman bilemeyeceğim...



Çokça....         
Benim Tatlı Irmak'ım  ,göremesem de seni ,çok sevildin hep             


Maskeler


Hepimiz birer oyuncuyuz, bu oyuna maskesiz çıkmıyoruz. Çünkü maskeler en güçlü silahımız.Soruyorum kendime, 'neden' ?

Gerçekte olduğumuz insanlar değiliz, bazen yalan söylüyoruz, bazılarımız ise hep sölüyor. En iyi insan bile o maskeyi takmaya mecbur gibi. Genetik bir döngü olmuş sanki, maske insandan insana yayılıyor. Ne görüyorsak onu yapıyoruz, ne duyuyorsak onu içimize atıyoruz, ne biliyorsak onu diğer insanlara göre şekillendiriyoruz. Vazgeçin işte, kendimiz olamıyoruz.

Kendi kapımızdan, duygularımızın eşiğinden çıkmak bile riskli. Korkuyoruz, çünkü kendimiz değiliz. Başkalaşmış bir insanın tüm oyunlarını içinde senaryolar üretiyoruz, hiç durmadan... Herkes başka biri olma hevesinde. Kimliğimizin farkına darbe yedikten sonra varıyoruz. Bu farkta uzun sürmüyor, yine o eski uyduruk senaryolarla şekilleniyoruz. Bize yalnızlığı çaresizlik olarak gösteren bu düzen içinde insanın kendi olması zaten çok zor. Nuhun gemisi ne zaman alacak bizi bekliyoruz işte.

Hayatımda tek bir insan için değişmiştim, o günü çok iyi hatırlıyorum. Tüm kimliğimi, özgürlüğümü, başka birinin özgürlüğü için, duyguları için ruhumdan fırlattım. O gün anlamıştım aslında insanı değiştiren düşünceleri değil, 'duyguları'.

Duygu mu kaldı? yok. Özgürlük mü kaldı ? yok. Sen mi kaldın ? Yok. Şimdi yine soruyorum kendime 'Neden?'

İnsanların sizden uzaklaşırken alıp götürdükleri, yaklaşırken de getirmedikleri vardır. Bu yüzden bu maskeyi hep takarız ve takmaya devam edeceğiz...


Peri Aforizmaları

-''Kısaca şunu söylemek istiyorum Milena: etrafındakilerin o ulaşılmaz zekilikleri ile hayvanca sersemliklerine karşı senin haklı olduğuna inanmamış olsaydım bu kadar ilgilenebilir miydim seninle? koskoca okyanusların dibindeki bir avuç toprak o baskıya nasıl dayanıyorsa sen de öyle dayanmalısın Milena. Bugüne kadar insanlara tahammül edebileceğimi yeryüzü ile başa çıkabileceğimi düşünmezdim hiç. Ama sen şunu öğrettin bana dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş, insanlarmış.''


-''Varlığını dinle. Sürekli olarak sana ipuçları veriyor; o sakin, küçük bir ses. Sana bağırmıyor, bu doğru. Ve biraz sessiz olursan kendi yolunu hissetmeye başlayacaksın. Olduğun kişi ol. Hiçbir zaman başkası olmaya çalışma ve olgunlaşacaksın. Olgunluk bedeli ne olursa olsun kendin olma sorumluluğunu kabul etmektir. Kendin olmak için her şeyi riske atmaktır.''


-''Her şey akılda başlar ve akılda biter sanırlardı. Halbuki düşünen sadece beyin değil tüm organlardır. Ve hepsi geceleri yaşamdan gündüze yenik düştüler. Sona yaklaştıkça, kullanım süresi dolan bir makine gibi adeta beden pillerinin biteceğini düşündüler. Onlar için hayat buydu. Robot ya da kukla olmak… Herhangi birisi veya her ikisi.''
''İnsanoğlu "kendini kıyasladığı" diğerlerinin başarısını, kendi başarısızlığı olarak gördükçe, yeni ama doğru insanlar ve fikirler kabul görmeyecektir.

İşte bu yüzdendir ki, "eskilere" herkes tarafından daha fazla değer verilir. Zaten onlar kabul görmüştür. Kimsenin başarı hissini tehdit etmezler.''
"Gülüyor ve beni anlamıyorlar, bu kulaklara göre ağız değilim ben, gitmeli buralardan...!"

F. Nietzsche - Böyle Buyurdu Zerdüşt

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Yarı yolda bırakmak en çok sana yakışmadı...

78

Geçen hafta zorlu bir haftaydı benim için. Biraz darmaduman ettim kendimi.Yine kendime yine kendime...
Aklımda bir çok şey var..Zaman geçtikçe kasıp kavuruyor ortalığı,içimi,ruhumu....Ne zor şey diyorum özlemek ve ne zor zamanın sahibi olamamak...Her şeye sahip oluyor da insan bir zamanla başa çıkamıyor işte..Kendimi kandırmayı çok severim ben, kendimi oyalamayı, kendimden kaçmayı...Bazen bu oyunu oynayamıyorum ama...Ne yapayım herkes gibi bir parçam oyunbozan...Bir parçam hep eksik...
Yapmak istediğim çok şey var...
Yarım kalan çok şey var benim için...
Zamanda kalan pişmanlıklarım bu aralar uyutmuyor beni...
Ne istediğimi hep bildiğim insanlar ve ne beklediğimi anlayamadıklarım...Geçen sene bu zamanları düşünüyorum da, koca bir yıl geçmiş...Nelerle dolu hemde...Ama bir şey var ki benim  için, ama biri var ki benim için...Yılların coşkusunu vakur bir atalete itiyor.Tembelleşiyor ruhum...Uzaklaşıyor herkesten..
Geçen hafta bir dilek tuttum,aslında bir dua gibiydi benimkisi.
Hiç olmayacak bir şey diledim,umdum..
Hiç olmayacak bir şey için yerle yeksan etti gözyaşlarım...
Bugün ise asla olamaz dediğim şey oldu...
Bense sessizce gidişini izledim..
Elim kalkmadı,sesim kalkmadı...
Acı içinde suskun kaldım..
Konuşamadım işte,söyleyemedim...Yapamadım...Hırçınlaştım, İsyan ettim ama olmadı...Yine sustu çığlıklar...Şimdiyse bir hiçlik var önümde.Pişmanlıkla yoğrulmuş...
Nefes alamadığımı hissediyorum,bir fotoğraf,bir yazıda yokolup gidiyor işte bütün hayaller...
Dur demek istiyorum,kal demek istiyorum...
Yitip gidiyor gözyaşlarıyla uğurlanan ...
Yitip gidiyor aşka anlam katan....
Hoşgeldine sevdalıyken ruhum,
Bir hoşçakal bile diyemiyorum...

Peray Özdil 30.07.2012












7834

Bir umut parçası yüreğimde
Azar azar çoğalan,
Sessizce bitiren kendisini..
Özlemek ne acı,
Nasıl bir keder Allahım!
Al,
sök şuracıkta her şeyi yoksunluğuma dair..
Anılar uzak,
Sen uzak,
Bastırdıkça kanayan bir yara bu,
Sesi eksik,
Sözü eksik...
Ben,
ben,
ben yapamıyorum...

Peray Özdil-30.07.2012
Gövdesiz bir sevmek parçası,
El olmuş, uzanmış saçlarına,
Ürküyorum,hayır kıskanıyorum.
Bir el,
Kopuk,
Kolsuz,
Dokunan...
Tutunmuş saçlarına.
                                       Özdemir Asaf

Edip Cansever

Konuşuyorum kendi kendime odamda,
Bir portakal suyu iç, ya da içme,
Ne yaparsan yap
Yalnızlık sensin...

29 Temmuz 2012 Pazar

Ahmet Murat'ın bir kaç dizesi...

Bazı sorularım var, elbet benim de
mesela sevmek doymak mıdır, açlık mı yoksa?
mesela özgürlüğe inanır mısın desem
bu kadar sevmişken, hâlâ?"

24 Temmuz 2012 Salı

Sözlemelerrr

*Yargıladığın bir "başkası"  ve sen söze "bana göre" diye başlıyorsun.

*İnsan mutluluğun ne olduğunu asla bilemez.

*Kimsenin kimseyi anlamadığı bir dönemde, sen sen ol, karşındakinin anladığı kadar anlat!

*Zamanınız kısıtlı ! Bu yüzden başka insanların gürültüsünün  kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin!Steve Jobs

*Oysa ne çok ağladım ben bir damla yaş dökmeden. Özdemir Asaf

*Henüz eline kötülük yapma fırsatı geçmemiş insanları iyi insan  sanıyoruz ya, işte en büyük yanlışı orada yapıyoruz.

*Gerçekler için hayalleri feda etmenin anlamı yok!

*Başkaları adına ben utandığım için yalnız yaşıyorum.

*Gözleri uzaklara dalan birinin, yakınlarda olmayan bir hikayesi vardır.

*Bir insana başkaları yanında verilen öğüt , öğüt değil hakarettir.

*Bazen insan ; Ben iyiyim dediğinde gözlerinin içine bakıp iyi değilsin biliyorum diyecek birine ihtiyaç duyar.

*En büyük düşmanın , en son bakacağın yere saklanacaktır.

*Geri dönmemeyi göze alabildikten sonra, gitmek herkes için kolaydır.

*Bazı insanlar güçsüz oldukları için ağlamazlar, çok uzun zamandır güçlü oldukları için ağlarlar.

* Haklı çıkmaktan mutlu olmayı marifet saymadığında, bir adım daha attın demektir.

Sözlemeler

*-Çok değişmişsin...
  -Evet, sen bir de beni seni severken görecektin...

*Bir erkek sizin başka kadınları kıskanmanıza sebep olabilir; ama bir centilmen başka kadınların sizi kıskanmasını sağlar.

*Küçük kararları akıl ile, büyük kararları kalp ile almak gerekir.

*"Hiç kimseyi yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum."Tezer Özlü

*Vazgeçtim, unuttum sandılar...

* Acı çektiği her gülüşünden belliydi

*"Rüyanda görüyorsan onu özlemişsindir.Rüyanda görmek için yatıyorsan, sevmişsin demektir"Can Dündar

*Yanında aptal bir kadın olan bir sürü zeki adam görürsünüz.Ama yanında aptal bir adam olan zeki bir kadın kolay kolay göremezsiniz.Erica Jong

*Bazen birileriyle fena halde arkadaş oluyorum,sonra biraz tanıyınca geçiyor.

*Allah hepimize " nasıl davranacağımı şaşırdım" diye düşündürtmeyen insanlar nasip etsin.

*Yaptığın iyilikler zamanla görevin haline gelir.

*Hadi yaptığı her şey içimize atalım da o kendini "iyi insan" sansın...

*Hayat, yanında konuşurken kelimeleri seçmek zorunda kalmayacağın insanlarla güzel

*İz bırakanlarla senin aranda basit bir fark var sadece.Onlar ömür boyu gayret ediyorlar, sen ömür boyu hayret ediyorsun! M. Akif Ersoy

*Bazılarına "iyi ki varsın" cümlesi çok yakışıyor.

*"Her şeyi olduğu gibi değil, görmeyi istediğimiz gibi görürüz."Anais Nin

*İnsan yalnızca  söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur. Aziz Nesin

*Önemsediğiniz insanları önemsemiyorsunuz gibi yapmayın; çünkü yorgunluktan ölürsünüz.

*" Artık hep hayal ettiğimiz yeni bir başlangıcı değil, hiç düşünmediğimiz mutlu bir sonu istemeliyiz"Bob Marley

*Samimiyetiniz, en zayıf noktanızdır.

* Kendini hırslı sanıyordu ama aptalın tekiydi.Kaybettiğini kabul etse bir kez yenilecekti ama o kabul etmeyerek her gün yenilmeyi seçti.

19 Temmuz 2012 Perşembe

Merak

Sevdiğim ve çok saygıdeğer bir büyüğüm geçtiğimiz günlerde bir konuya parmak bastı.
"Merak".

Bende bunun üzerine yazmak istedim.Neydi  bu merak? Bu soruda dahil olmak üzere insanoğlunun temel aforizması sanıyorum ki merak.İçgüdü gibi bir çeşit güdümlenme hali. Düşünme hali, öğrenme hali,keşfetme hali..."Kediyi merak öldürür" diye bir vecize vardır ama bence merak kediyi öldürmez,kediyi yaşatır.Mübalağa etmiyorum nefes aldırır merak.Nasıl mı ?

Bahsettiğim şey şu; merak insanın dünyevi sorgulayışıdır. Nedenlerine amaç inşa etme telaşıdır..Meraktandır ya her şey. İnsanoğlu bugüne geldiyse bu keşfetme ihtiyacına pelesenk olan merak duygusuna gebeliğindendir. Ama doğum hiç gerçekleşmez çünkü hiç bitmez merak duygusu...Gözlerini açtığın andan , sonsuz dinlencene kadar...

Neolitik dönemlerden bu yana baktığımızda görüyoruz ki, merak duygusuyla insanlar toplumsal,kültürel ve bireysel gelişmeler kaydetmiş hep.Maslow hiyerarşisinden bahsetmiyorum tabi.Temel ihtiyaçlar bir çeşit içgüdüsel devinim.Bunun üzerine inşa edilen her kat insanlığın gelişimine dair ve koşulsuz nedenselliği merak üzerine. Yaşamı, canlıları, zinciri merak ede ede gelişip insan-devletler kurulmuş.Teknolojik anlamda ise yine merak olgusu, en son nokta ne sorusu, ki bunun da temeli merak, gibi kaynaklarla ilerlemiş yine bugunlere gelmişiz ve kimbilir gelecekte bu anlamda bizi neler bekliyor?

Ama asıl değinmek istediğim merak ise sosyolojik , psiko-travmatik olanı.Neden meraklıyız bu kadar başkalarının hayatlarına ve yine neden başkasına dokunan her değnek bizi meraka dair mucizevi hırçınlıklara teslim ediyor? Diğerleri olarak nitelendireyim önce.Diğerleri deyince içimizi saran  doldurulamaz boşluk,içimizdeki atak yapmaya amade karşılaştırma olgusu...Biz insanlar üstünlük duygusuyla yanıp tutuşuyoruz aslında.Daha iyi olmak, daha güzel olmak, daha mutlu olmak,daha farklı olmak,daha daha daha hep! Karşılaştırabilme sentezi işte merak hissimizin pimini çekiyor çoğu zaman.Merak ederek, dolayısıyla öğrenerek kıyaslıyoruz kendimizi.Buradan sanırım diyebiliriz ki insanoğlunun benmerkezciliği hükmediyor kendine, hayata,doğaya, sisteme...Ben demek alameti farikası olmuş insanların.Biz diyen göstermelik baloncukları bir patlatın,elektron ve nötronları gibi merak hissini bulacaksınız.

Peki neden daha iyi olmak her alanda başkalarından? Çünkü kabul görme, fark edilme, gösterilme korkusuyla kavrulurken içimiz,bizlik hissi sadece hiçlik bilincine bırakıyor yerini..İnsanoğlu ancak kendini yetiştirebildiği ve gerçek mutlululuğun ben demekten uzaklaştıkça oluştuğunu anladığında,ben demeyi bıraktığında çoklaşarak huzur denizine yelken açmaz mı? Belki de bu tutku,bu merak hiç bitmez de  ancak Melih Cevdet Anday'ın da dediği gibi
"Uyuduk mu eşit oluruz. Ne tutku, ne gurur, ne umut." 

Her zaman ne mümkün ki hep başkalarından farklı,başkalarında daha olalım.Olmayalım da.Sindire sindire, çabalaya çabalaya, kendimize hazmettire hazmettire yaşalayalım hayatı.Başkalarından mukayese de uzak, kalpte yakın olarak.Severek, biz diyerek, gelişerek,geliştirerek....Ter akarak, zorlanarak,çabalayarak, daha olmayarak....Hayatı oluşturan her mihenk taşının tadına vararak...

Hem ağırlığını hissedemeyeceksek eğer,ne hafif bir hayattır  istediğimiz!

Peray Özdil      

Savaşı kazanmak...

Benim gözyaşlarım ömürlüktür.
Anne karnından gelir,doğuştandır onlar..
Hiç terk etmeyecek yanım, en sıcak dokunuşlarımdır...

Ben çok gözyaşı dökerim başlangıç çizgisinden beri.
Ağlamak benim için yıkılmak değildir çünkü...
Çünkü ben gözyaşlarımı akıtırken temizlerim kalbimdeki irini.
Ruhumun  derinliklerinde yok olan hülyalı heveslerimi defnetmeden önce gözyaşlarımla hazırlarım son yolculuklarına.
Kırılmış heves değil, yok olan duyguların ihtilalindendir bu hazin sonun başlangıcı...
Ölüm kalım meselesidir kalbimdeki uyruksuz yaralar ...
Ne var olabilmiş ne ait olabilmiş...

Gözyaşlarım bir düştü mü ,
Bayrak kaldırmalı artık yüreğime prangalı tüm oklar,
Ya toplamalı valizini usulca,
ya hazırlamalı kendini  idam masasına...
korkmalı...
Gitmeli,
terk-i diyar eylemeli bu bedenden...

Zira gözyaşlarının kuruduğu sahralarda güçlenir bu minik yürek.
Büyür..
Ne ittifak kabul eder ne de ekmeğin diğer yarısını...
Kalbin şelalesinden akan son damlalar bittiğinde, güneş doğar yeniden...
Kasırgaların arasından parıltılı gün doğumlarıyla tazelenmiştir yürek...

Ufuk görünmüştür,
Mutluluk cebinde...

Ve zafer ellerinde,
açar yelkeni afakını ışıldatan sebeplere...


Peray Özdil







"Yalnızlığımda çoğalıp, kalabalıkta eksiliyorum.
Ve öylesine kalabalık ki yalnızlığım;
Ne yana dönsem sana çarpıyorum
."

  | William Shakespeare |

18 Temmuz 2012 Çarşamba

"Belki de insan sevilmekten çok, anlaşılmayı
istiyordu..."
George Orwell

Tan

Gecenin en karanlık vakti
Güneş doğmak üzere,
Ay güneşe gebe,
Güneş vuslata vurgun...
Çığlık çığlığa geçen gecenin,
Koyverilmiş puslu sabahı...

Ey narsist gece!
Karanlık gece!
Sen ne düşlere kadirsin...

Peray Özdil

Git

Arşınlanmış hayallerim var benim,
Zevki endam eylemiş küçük huzurlarım,
Yokoluşlarım var benim,
Anka misali yeniden doğuşlarım...

Korkusuzca kaçarken kendi yüreğimden,
İsyan etmek ne fayda!
Küçük dokunuşlarına sevdalıyken bu beynelmilel yalnızlık
Aşkın hinterlandına mahkum kaldı kadınsı sonsuzluğum...

Kana kana,
Yıpratarak,
Kanata kanata,
Okşa bütün bedenini  huzura sıfır yanlızlıkların...

Git şimdi..
Ve Kal...

Kalarak git,
giderek kal...

Harcanmış bedenini bırak,
sadece yüreğinle kal...

Peray Özdil
Temmuz2012

13 Temmuz 2012 Cuma

Ve benim birdenbire,
yüzünü değil,
gözünü değil,
senin sesini göresim geldi.....



Nazım Hikmet

Ve perde kapanır...

İçinden bir şeyler kopar gider,
Susarsın...

Acısı büyük olunca susarmış insan...
Dillerinden olurmuş hayaller...
öğrendim....

Konuşurdum avaz avaz ,bağırırdım tane tane....
Kızardım,isyan ederdim.
Meğer ses çıkarmakmış vazgeçmemek..
Meğer savaş vermekmiş uğra verilen çaba...
Sustuğumda anladım...

Büyük acılar dilsizdir derler, büyük acılar sessiz...
Konuşacak kadar gücün yoktur, kendini anlatacak...
Yaşadıklarının yongası yüreğini o kadar çok kanatmıştır ki,
tükenmiştir kanın son damlasına kadar...
Akmak ister,
Akamaz işte...

O kadar çok tüketmişsindir ki hayatında varolsun diye benliğini,
ve o kadar çok anlamamıştır ki,
bütün savaşı bir terkediş için verdiğini anladığında
kaybolur tüm haykırışlar....
Ve sessizlik...

Perde kapanırken son sesleniş;

Son sahne...

Şimdi feda ettiklerimle,
Yorgunluklarımla,
yanlızlıklarımla sahnedeyim.
Seyircisi olmayan,
Vazgeçmişliklerin dekoruyla bezenmiş boş bir sahne...
Hepsi sana...
ve bütün vurgunlar inadına
bir tek bana...


Peray Özdil 13.07.2012













12 Temmuz 2012 Perşembe

Kaybol!ma

Hani insan en sevdiği şeyleri paylaşmak istemez ya kimseciklerle...
Öyleydi işte...
Paylaşılamayan "O"... 
Farkındalıkla yoğrulmuş bir ömre karşılık örselenmiş bir masumiyet...

Baktığım her yerde yanaştığım bir huzur gemisiydi..
İnanası gelmiyor bazen insanın.

Şimdilerde bomboş bakıyorum dünyaya,
Bomboş kaldı içim...
Boşluklar daha derinleşti,
Hayat daha acımasız...

Her şey aynı aslına bakarsan,
Deniz aynı,güneş aynı,insanlar aynı...
Senin yokluğunda her şey aynı...

Bir tek ben,
Ben eksik kaldım...

Şimdi sorsalar ne kaldı senden geriye diye;
Ben kaldım derim,
Bir başına koskoca bir ben....

Sende kalan bana iyi bak,
Ben arta kalanlarla ilgilenirim....


Peray Özdil 12.07.2012

“Her şeyden önce iyi yaşa. Sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş gibi, laf olsun diye günlerini geçirme. Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev. Hayatını öyle yaşa ki; her an kendi elini sıkabilesin. Ve her gün hiç olmazsa faydalı bir şey yap ki; gece yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine; “Ben elimden geleni yaptım” diyebilesin..

William Shakespeare

9 Temmuz 2012 Pazartesi



İyi ki geçiyorsun zaman!!
Ya acımın en ağır anında donup kalsaydın!

Söyleyememektir aşk....





Kaybedecek bir şeyinin kalmaması özgürlük galiba!

Ah  benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim....
Aklıma gelişini seveyim..
Ne güzelde darma duman ediyorsun beni....

Bitti denen yerden başlamak ve gözlerimi açmak yeniden....

Kalbim kırıldı...

Kızgındın,kırgındın...
Canın acıyordu. Benimde acıyordu.
Senin canın acırdı da, benimki durur muydu...
Seninkinden bir az, bir fazla ne fark ederdi ki.

Acıyordu.
Yüreğini avuçlarımın içine aldım.

Kanıyordu.
Kendi yüreğimi bastirip o yaranın üstüne.
Acımasın diye uğraştım.

Acımamalıydı.
Sen içinden ağladın.

 Ben hıçkıra hıçkıra..
Hissediyordum seni, en kötü anımda bile.
Her içimi acı kapladığında. "Güçlü ol" diye fısıldıyordum..
Sen bunu hiç bilmedin, belki hiç hissetmedin.


 Anla.
Senin adına "Her şey" dedim, nedir bilir misin anlamı. Bilir misin?
"Herşey" için her şeyden vazgeçmek ! 

Giderdim ya ben,
Giderim de hala.
Yeter ki sen üzülme...
Ve her şey


Kırgınım sana. Kırıldım. Acıdı canım.
Kalbim kırıldı.
Sen duymadin o kırılmayı, duyurmadım sana..
Üzülme diye.

Bırak arkamı döneyim,
Kırılan kalbimi onarırken,
Bakma bana.
İstemeden açtığın o yarayı görme. İstemiyorum.


Anla.
Gözlerine bakmamı isteme.

İsteme akan gözyaşlarımı, görmeni istemiyorum.
Ben zaten ağlıyorum.

Ve sakın!
Sakın!Dokunma kalbime.

15 Mayıs 2012 Salı

cahil peri

Eksikligini duydugum ve asla bana ait olmayacak yanin icin...Mumkun degil dedigin her sefer icin... ama ayni zamanda yine gelecegim dedigin her sefer icin...surekli bekliyorum... sabrimin adina ask diyebilir miyim?

Biliyorum

Bugun anladim ki unutmaya gerek yok..
Ne seni , ne kendimi, ne de baska bir seyi animsama cabasi nafile...
Çunku hayat bendeki inattan ibaret...
Zihnimde barinan her hatira, eksik ya da yanlis olsa da ucup gitmiyor bir turlu.
Hatta tam aksine gok gurluyor.
Akiyorum kaldirimlardan yokus asagi.
Her yer islak..
Biliyorum ki unutmaya gerek yok...

17 Nisan 2012 Salı

Beni Güzel Hatırla

Farz et ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Ya da bir yağmur sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Belki de bir rüyaydım
Senin için.
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla…
Çünkü sevdim seni ben, her şeyini
Sana sırdaş oldum, dost oldum, koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım
Beni güzel hatırla…
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını, sevabını içimde
Sessizce gittim.
Senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla…
Sana unutulmaz geceler bıraktım,
Sana en yorgun sabahlar,
Gülüşümü, gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne ararsan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
GİDİYORUM

Orhan Veli Kanık

10 Nisan 2012 Salı

KAYBETMEK İÇİN DOĞANLARIN 10 ORTAK ÖZELLİĞİ


Bir filozof, “Hayat doğduğumuzda hepimize bir mermer bloğu verir. Bazılarımız ondan güzel bir heykel yaparız, bazılarımız ise hoyratça peşimizden sürükleyip paramparça ederiz” demişti. Kaybedenler de kazananlar gibi benzer ve farklı özelliklere sahiptir. Bazıları Leonard Cohen’in deyişiyle ‘görkemli kaybeden’dir. Bazıları ‘yokluğu anlaşılmaz’dır.
Bazıları kaybederken başkalarına da zarar verir. Bazıları ise ‘sadece kendine zararlı’ kaybedendir. Kazananlar gibi kaybedenler de, ‘felsefeli kaybedenler’ ve ‘felsefesiz kaybedenler’ diye ikiye ayrılabilir. Kazanmak gibi, kaybetmek de bağımlılık yapabilir. Kaybetmişliğiyle barışmanın ötesine geçip, kaybetmeyi kimlikleştirmek de mümkündür. Bu bağlamda ‘param yok’ demekle, ‘ben fakirim’ demek arasında dağlar kadar fark vardır. Kaybetmeyi kimlik haline getirmek, -ki bunun Türk usulü versiyonu arabeskleşmedir- kaybetmeyi kalıcı ve ‘sürdürülebilir’ hale getirir.
Hiç kimse durduk yerde kaybeden olamaz. Kaybeden olmak için de bazı şekillerde düşünmek, bazı şekillerde davranmak, bazı şeylere inanmak gerekir. Kaybeden olmanın da yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesi vardır. Kaybetmek için doğanlar pek fark etmeseler de, kaybetmek için de çaba harcamak gerekir!
Peki hayat oyununda kaybetmeye yatkın insanların, düşünce ve davranışlarında sıklıkla karşılaşılan ortak özellikler nelerdir?

1- İç disiplin yetersizliği

Başarısız insanların birinci ortak özelliği, irade gücü zayıflığıdır. Kendini içinden disipline ederek, bir amaca doğru harekete geçirememek bu insanların en büyük eksiğidir. İrade gücü, insanın kendi iç güçlerini bir mercek gibi toplayıp, bu gücü bir amaca yöneltmektir. İradesi zayıf olduğu için kendini kontrol edemeyenlerin, olayları ve diğer insanları yönetmesini beklememek gerekir.

2- Zaman kullanım bilincinde zayıflık

Başarılı ya da başarısız herkesin 24 saati vardır, farkı yapan bu zamanı nasıl kullandıklarıdır. Başarmak istediği işleri, bir zaman çerçevesine oturtup, yani ‘işleri takvime bağlayıp’ sonra da kendini o programına göre denetleyenler, iyi bir kişisel organizasyon sistemi kurmuştur.

Belli bir amaç ve yön duygusuyla hareket etmeyenler, zamanının değerini de bilemez. Yapılacak işleri olanlar için zaman geçer, bir amacı olmayanlar içinse zaman döner! Sabah olur, öğlen olur, akşam olur, tekrar sabah olur!

3- Başarıyı dış faktörlere bağlama eğilimi

Bernard Show ünlü esprisinde, “Başarı tamamen şansa bağlıdır, inanmıyorsanız başarısızlara sorun!” der. Başarısızların, hayatlarındaki sonuç-ları kendi karar ve seçimlerine bağlamak yerine, kader, kısmet, şans ve şartlar gibi dışsal faktörlere bağlama eğilimi yüksektir.

Egolarını savunmak ve öz saygılarını korumak için, başarısızlığı “Rüzgar karşıdan esiyordu, hakem karşı tarafı tutuyordu” gibi dış faktörlere bağlarlar. Bu tutumun tehlikesi nedir? İnsanlar başkalarını ve şartları çok fazla suçlarsa, öğrenmeye zaman bulamaz.

4- ‘Saydı’ tipi düşünmeye yatkınlık

Başaranlar, önlerindeki şartlardan nasıl başarılı bir sonuç çıkarabileceklerini düşünür. Başarısızlık merkezli düşünenler ise, ‘başka şartlarda olsa-lardı’ neler yapabileceklerini anlatıp durur. Bu ‘saydı’ tipi düşünmedir. Bu tür kadınlar, ‘erkek doğsalardı’ neler yapabileceğini anlatırken, bu tür erkekler ‘kadın doğsalardı’ neler yapabileceklerini sayıklar.

Daha ilkokula bile gitmemiş olan İbrahim Tatlıses, “Urfa’da Oxford olsaydı, biz de giderdik” der! Kısacası, başarı sonuç alır, sevinir ve susar. Başarısızlık konuştukça konuşur. Çünkü elinden iş gelme-yenlerin, dilinden çok söz gelir! Cenap Şahabettin’in deyişiyle “Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok gürültü çıkarır.”

5- Arabeskleşmeye yatkınlık

Başarısızlığa götüren tavırlardan biri de arabesk düşünmeye yatkınlıktır. Arabesk hayat görüşü sürekli bir ‘başarısızlık beklentisi’ içindedir. Kendini ‘bela paratoneri’ gibi görür.

Arabesk söyleyerek başarılı olunabilir ama arabesk bir dünya görüşüyle başarıdan başarıya koşmak pek mümkün değildir. Arabesk tavırlılar, söylemek yerine söylenmeye yatkın; anlatmaktan çok alınmaya eğilimlidir. Sürekli bir ‘kurban psikolojisi’ içinde kıvranır. Eziklik ile ezme içgüdüsü arasında savrulur, ‘doğru dozda tavır’ sorunu yaşarlar.

6- Atalet ve tembelliğe yatkınlık

Bir şeyi yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Onu niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. İsterseniz nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Yapmamakla neler kaybettiğinizi de biliyorsunuz. Yaparsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. Elinizi kolunuzu bağlayıp, yapmanızı engelleyen birileri de yok.

O halde sizin içinizde olup, sizi durduran nedir? Atalet!

Atalet, miskinlik, tembellik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, yılgınlık demektir. Kaybedenlerin ana ruh hali, tembellik ve atalet psikolojisidir.

7- Kaybetme korkusundan kazanmaya kalkışmama

Bİr araştırma insanların “Ya başaramazsam” diye korkanlar ve “Ya başarırsam” diye korkanlar diye ikiye ayrıldığını göstermiştir. Pek çok insanda, başarısızlık korkusundan çok ‘başarı korkusu’ olduğu ortaya çıkmıştır. Başarı korkusu, bazı kişiler-in başarılı olunca samimiyetlerini kaybedeceklerini, arkadaşları tarafından eskisi gibi sevilmeyeceklerini, ‘insanların onlara çıkarları için yaklaşacağını’ düşünüp, başarıdan uzak durması demektir. Önemli bir diğer grup ise, ‘ya başarılı olduktan sonra zirvede kalamaz, gördüğümden eksik yaşarsam’ kaygısıyla başarıdan uzak durmaktadır. Kısacası, başarısızlar hem ‘ya başarırsam’dan, hem de ‘ya başaramazsam’dan korkarlar!

8- Psikolojik iç sabotajlara yatkınlık

Başarısız insanların beyninde, psikolojik iç sabotaj mekanizmaları bolca bulunur. Beyinleri adeta şizofrenik bir ikiye bölünmüşlük halindedir. Bir tarafları inşa ederken, diğer tarafları imha eder. Bir tarafları ileri iterken, diğer tarafları geri çeker. Neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin ileriye götürdüğü, neyin geride bıraktığı konusunda net değillerdir. Başarı konusunda derin bir kafa karışıklığına sahiptirler. Kafası net olmayan insanların, eylemleri de net olmayacaktır. Nazımın bir deyişini biraz değiştirirsek, “Bana kafanızın içinde başarının net bir resmini yapabilir misiniz?”

9- Kendini geliştirmeye kapalılık, kurnazlığa yatmak

Azgelişmiş insanların, katakulli kapasitesi çok gelişmiş olur! İşini en doğru ve verimli şekilde nasıl yapacağına kafa yormak yerine, önce o işin kurnazlığına kafa yormak, tipik bir ‘azgelişmiş başarısız insan’ tavrıdır. Bu tür insanlar, ülkemizde çoğunluk olduğu için, yaygınlıktan gelen rahatlığa sahiptirler. Kurnazlık, otoriter ve azgelişmiş toplumlarda yaygındır. Ege Cansen’in deyişiyle ‘bilgi açığını kurnazlıkla, beceri yetmezliğini ise kabadayılıkla kapatma’ eğilimi başarısızların karakteristiğidir. Başarısızların çoğu yeni şeyler öğrenmeye kapalı bir zihin yapısına sahiptir. Hayat ve başarı üzerine yeni şeyler öğrenmektense, kendi arabesk ezberlerini tekrarlamayı tercih ederler. Yaşadıkları olaylardan çıkardıkları dersler bile, daha önce çevreden duydukları kulaktan dolma fikirlerdir.

10- Başarı hakkında yanlış yargılara sahip olmak

Başarılı insanlar ‘başarının sırrı’nı bilir. Başarısız insanlar da bilir! Arada bir fark vardır, başarısızlar yanlış bilir! Daha da kötüsü, bazıları doğrusunu bilmek de istemezler! Çünkü başarının kendi ellerinde olabildiğine inanmak, insanı sorumluluk altına iter. Nasıl başaracağını öğrenip hayatının sorumluluğunu taşımak yerine, kişisel gelişim kitaplarını ve yazarlarını suçlamak çoğu insana daha kolay gelir. Başarı da, futbol ve siyaset gibi, hemen herkesin fikir sahibi olduğu ama çok az insanın birinci sınıf bilgi sahibi olduğu bir alandır. Beynimiz başarı hakkında hurafeler ve ‘leylek hikayeleri’yle dolu. Başarısızların, yapması gereken ilk şey, başarı üzerine yeni şeyler öğrenmek değil, başarı hakkında bildiklerinin bazılarını unutmaktır! 

Mümin Sekman

9 Nisan 2012 Pazartesi

Narsistler

"Aramızdaki sapık narsistler: Onları nasıl tanıyabiliriz ve onlardan nasıl kaçabiliriz."

NARSİST BİR SAPIĞI NASIL TANIRSINIZ

Le Nouvel Observateur dergisine göre, narsist bir sapığın özellikleri şunlar:
* O bir vampirdir. Öteki'nin enerjisini emer.
* Empati duygusu sıfırdır, duygusal açıdan frijittir.
* Kronik bir tatminsizliği vardır. Kendine olan hayranlığının tatmini asla yoktur.
* Dalga geçme görüntüsü altında, sürekli olarak kendini veya partnerini çekiştirir, yerer, küçük düşürür.
* Karşısındakinin arzu ve ihtiyaçları onu hiç ilgilendirmez.
* Kurbanını hep yalnızlaştırır, izole eder.
* İflah olmaz bir benmerkezcidir.
* Karşısındakinde hep suçluluk duygusu yaratır.
* Kendisinin sorgulanmasına asla izin vermez, gerekli görmedikçe asla özür dilemez.
* Gerçekliği hep inkar eder, reddeder.
* İki kişiliklidir: Vitrininde; sempatik, parlak, etkileyici, cezbedici bir kişiliktir. Ama gerçekte diktatör, karanlık ve yıkıcı bir karaktere sahiptir.
* Dışarıya verdiği imaj konusunda hastalık derecesinde titizdir.
* Belagatı büyük bir beceriyle kullanır.
* Bir insanı kaynar sudan, soğuk suya atmada; nereye kadar gideceği, hangi sınırları zorlayacağı konusunda müthiş yeteneklidir.
* Hep endişelidir; partnerinin mutluluğu onu rahatsız eder.
* Etrafına her an neşe saçıyor görünmek ister.
* Rol değiştirmeyi çok iyi bilir. Kendini hep kurban gibi gösterme arzusu vardır.
* Konuşurken çok çelişkili olabilir.
* Karşısındaki kendini dibe düşmüş hissedince, narsist sapık rahatlar.
Ertuğrul Özkök'ün yazısından Alıntıdır

Ağacın Dalları

Sen gülerken yanındakilerde güler
Ama sen ağlarken yanlız ağlarsın
onun için öyle bir ağaca yaslan ki ,
Asla yıkılmasın...
Öyle bir dost edin ki,
Seni asla bırakmasın...
(Anonim)

Kıyamadıkların sana kıyar hale gelmiş bu diyarda...


Anlayamadığım çok şey var... Yaşananlara bakıldığında anlam veremediğim bir sürü şey... İnsanlar kaygılarıyla, hırslarıyla yoğurmuş en içten gülümsemelerini... Matlaşmış suratlar, sönmüş gözlerdeki parıltı... Küçük insanların büyük gururları olduğundan mıdır, yoksa yozlaşmış toplumların engellenemez yok oluşundan mı kaynaklanır bu kibir bilinmez ayak uydurmak kolay olmuyor... Bakıyorum da dünya değişmiş... Hani çocukluğumuzun bir şarkısı vardı “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” ... Daha iyi tanımlanabileceğini sanmıyorum. Anlamaya çalışmak, empatiyle yoğrulmak ön koşul hayatımda belki; fakat sınırlarımın neresi olduğunu çözmek dayanıklılık istiyor zaman zaman... Dayatmaların insanı olmadım hiç aslında. Entegretif bir yön yaratmak yerine farklılıkların peşinden koşmak mıydı yanlışlık... Sürüye sepet olmaktansa, gökkuşağının 8. rengi olmak istedim... Farklılaştım, yabancılaştım... Anlayamadılar... Haysiyeti yolda bırakmışlıklara gebe kaldılar hep... Tevazuyu suç, iyi niyeti borç bildiler... Düşünüyorum da masumiyetlerini nerede kaybettiler? Büyük olmak iyidir; ama insan olmak daha iyidir derim hep öte yandan biliyorum ki insanlar bize karşı değiller, sadece kendilerinden yanalar, o kadar. Aslında iyi niyetli ve adam gibi adam olmanın hiçbir maliyeti yok, ama her şeyi satın alabilecek güçte...Farkında olmakla tabi.Her şey  meyankökü kıvamında..Yok olmaya,küflenmeye mahkum..Riyaların adı olmuş kalbe mal olmuş sevgiler..
Bense;
Her şey şu küçücük cüssemde varken, hep bende var olanı yarım yaşadım.Aslında en büyük yanlışları hep kendime yaptım.Evet, belki savaşımda haklıydım ;ama çözmeye en yanlış yerden başladım.Kendi hıçkırıklarımı hep içimdeyken yarım bıraktım,kendi duvarlarıma çarparak kanattım kendimi...Acıtmak isterken ,canımı acıtan ne varsa;Hep kendime acırken buldum kendimi ..Yarım bıraktım kulağımda, dinlerken en sevdiğim şarkıları...Öfkemle kalktığım yerlerde kaybettim ayaklarımı..
Yani, yürüyemediğim gibi yürütemedim de... Sadece bu insanların zararlarını tam yaşadım...
Sonra yine ihanetin en büyüğünü kendime ettiğimi anladım. Kendimden özür dilerken; affetmeyen ruhumun tokadını hissettim yine... Sanki yarım bırakmak istercesine, var olan bütün gücümü harcadım...
Sabrımı martılara yem ettim, camlardan tükürdüm sükûnetimi... Sonra oturup hep ben ağladım.
Kendi kendime yarattığım mutluluğum gibi, tek başıma çektirdim eziyeti kendime. Yarım kalan hıçkırıklarımda boğuldum. Hep derim ya: Ben kendi çaresizliğimin sebebiydim... Kötüye karşı koymaktan, yalnızlığımı bile yalnız bıraktım. Avutup dursam da şimdi kendimi, affetsem de her seferinde kendime attığım kulak çınlatan tokadı,takmayan prenses rolümde yine en başarılı olsam da,biliyorum, utanacak yalnızlığım bile benden...Çünkü biliyorum; kötüyle, riyayla ,yalanla ve sahtelikle olan kavgamda tokadı yine kendi yüzüme indireceğim.Pişman olmadan yaşamayı öğrenemeyeceğim.Biliyorum bu içten içe içsizliğimi ve ben yine kendi kendimi her seferinde nakavt edeceğim...


Ama ben şimdilik;
Sabrediyorum, hazmediyorum, şükrediyorum...

Sevgiyle kalın..

Peray(21.09.2011)

YIKILAN HAYALLER YENİ UMUTLARA CAN VERİR

Kader diyemezsin...

Çok zordur...

Kolay kolay dahil etmezken kimseleri hayatına,
Duvarın öteki tarafına geçen, dost kelimesinin bile yanında hafif kaldığı, sadece kendi varlığıyla başlıbaşına bir kavram yaratmış kişiyi kaybetmek...
Daha zoru artık hayatında yer almayacagını kabullenmektir...
Sanki hiç olmamışcasına, hiçbir şey paylaşmamışcasına...
Yoktur artık,
Gitmiştir ya da belki de zorlanmıştır gitmeye..
Neden soruları asılı kalır havada,
İmkanı yoktur geçen zamanı geri almanın, anlamsız yaşanmışlıkları silip atmanın...
Yüzyüze gelip de gözler yere indirileceğine anlamsız boşluklara, eskiyle anımsanmalıdır artık sadece Son kez bakılır, üçe kadar sayılır, aynı anda dönülüp farklı yollara yürünmeye başlanır...

6 Nisan 2012 Cuma

BENİM YALNIZLIĞIM İNSANLARLA DOLU

Ne kadar zor kalabalıklar arasında yalnızlaşmak… Ne kadar zordur ki buna alışmaya çalışmak… Önemli olan yalnızlığınızla barışıklığınız olması gerekir iken, ne kadar da hiç ediyor insanlar ilişkileri hoyratça…Evet en kötüsü de başınızın üstünde tuttuklarınız. Başınızın üstünde iken nasıl yerlere düştükleri. Asıl mesele onlar mı yere düşüyor kendi eksenlerinde dönerken yoksa biz mi itiyoruz onları yer kalmamış gibi zihnimizin kalabalıklarında… Düşünüyorum da insanda hayal kırıklıkları yaratan sadece kendisi. Daha da net olarak beklentileri. Beklentiler çoğaldıkça yalnızlaşıyor insan sanırım. Sadece beklentileri azaltmak dizginliyor tükenmişlikleri. Şimdi kendi hayatıma bakıyorum da ne çok şey beklemişim insanlardan. Aslında bu beklenti durumu devam da ediyor o ayrı ya. Sevmeyi istiyorum bir insanı. O insan ki yüceltsin sevgimi benim onunkini ölümsüzleştirdiğim gibi. Bu sevmek hayatı sevmek gibi… Aşk, tutku falan da değil ha benimkisi. Bir dostu, bir arkadaşı, bir insanı sevmekten bahsediyorum yanlış anlaşılma olmasın. Ben şimdilerde her sevdiğimi fazla seviyorum. Bir arkadaşımın amiyane tabiriyle kutup ayısı gibi seviyorum insanları. Hani kutup ayıları severken öldürürlermiş ya yavrularını ya da severek işte siz anlayın. Ben öyle öldürüyorum işte içimdeki sevgileri. Çok sevmekten…
Zaman zaman düşünüyorum acaba ben bu doğru yanlış parametresinin neresindeyim? İnsanların faturalarını çıkarıp suçları üstüne yıkmayı bir kenara bırakıyorum ve bütün okları kendi kalbime doğru fırlatıyorum şimdilerde. Ben kim miyim? Arsız bir sevgi iştahlısı. Evet sanırım bu uygun bir tabir oldu gibi. Sevdiğim insanları öylesine çok seviyorum ki en ufak bir şeyde yıkılacak kadar hassaslaşıyorum. Öylesine hassaslaşıyorum ki korkuyorum kaybetmekten kendimi. Bekliyorum. Bekliyorum ki beklentilerimin 90 derecelik açısında buluşsun, bekliyorum ki uzak kalsın paralellikten… Kesişmek istiyorum 2 çizginin uzaklaştığı sonsuz evrende. Korkarak; ama bir o kadar da gururlu. Hatta kahrolası bir gururla yapıyorum bunu. İçim her kan ağladığında susuyor, içimdeki çığlıklardan sağırlaşıyorum. Ben sağırlaştıkça tıkanıyor işte sevgim. Kabuk bağlamadan irinini büyütüyor. Sustukça susuyor, kanattıkça kanatıyorum içimdekileri. Ve bir gün geliyor bir toz bulutu gibi terk ediyor beni sevgim…
Ben gibi neden düşünemez kimse?
Hani ailelerin bazı mottoları vardır. Ben kendiminkinden örnek vereyim. Kimseyi kendin gibi sanma, üzülürsün. Çok kendinden verme, kırılırsın. İnsanlara güvenme, hayal kırıklığı yaşarsın. Çok sevme, incinirsin. Başının üstüne koyma, kaldıramayıp düşersin… Kafam karıştı şimdi, ben ne yapacağım bu insanlarla anne o zaman?
Temizlik…
Şimdilerde uzun uzun düşünme fırsatı buluyorum. Kendi kendime kalmayı seçtim zihinsel bir temizlik için. Ya da kendi kendimi yalnızlığa terk ettim. Evet ben yaptım bunu kendime. Kaldıramadım çünkü. Hayatımın ciddi bir temizliğe ihtiyacı var şu sıralar. Hani şey gibi değil, insanları temizleyeyim hayatımdan da arınayım değil, kendi kanayan yaralarımı, hayal kırıklıklarımı, ümitsizliklerimi, korkularımı temizleyeyim bir. Sonrasında ise bakış açımı, sevişimi, değer verişimi, kıskançlıklarımı törpüleyeyim. Sivriliklerimi törpülemeye ihtiyacım var aslında. Fazlalaşmışlıklarımı bir törpü ile azaltmaya, kısaltmaya.Ne doğru onu bilmiyorum. İnanmak, kendini sevmek bu devirde post modern yalnızlık sebebi. Benim sebebim bu ya da. İnanıyorum insanlara, beklentiler içerisine giriyorum yani beklentilerden de kastım sadece benim düşünebildiğim kadarı. Benim verebildiğim kadarı. Fazlası değil.
Yalnızlığım ve ben bir başıma nihayet!
Ben hâlbuki yalnızlıktan ölümüne korkan bir insanım. Ama yalnızım işte. Sevgi arsızı birinin hazin sonuJSevmek ne kadar enteresan bir olguymuş aslında. Bunu yeni yeni öğreniyorum. Nasıl sorusuna cevabı ise şöyle betimleyeyim; ben bir ağaçlar bütününü, yaratılmış her insanı, iyiliği, nefes almayı, dostumla 5 dakikalık bir sigara molasını, onu yokken bile yakınımda hissetmeyi, yeni tanıştığım bir insanın iyi ve güvenilir bir arkadaş olabilme ihtimalini, insanlara şans vermeyi ve birçoğu… İnsanın güler yüzünü, inancını başka türlü yorumlamak ne tür bir insanın işidir yahu? İnanır mısınız çevremdekiler birine güler yüz gösterdiğimde veya samimiyetle içtenlikle yaklaştığımda bunu kadın erkek ilişkilerindeki yakınlık olarak nitelendirebilecek kadar küflenmiş zihinlere sahipler. Çok enteresan ve bir o kadar da korkunç aslında. Küflenmiş zihin derken sanırım haksızlık etmiyorum bu tip insanlara. İNSAN olmak bambaşka bir şey… Bana içten yaklaşan bir insana, içi hasetle kavrulmaksızın huzurla yaklaşan bir bireye kötü niyetlimi demeliyim şimdi… Kimde aslında kötü niyet burada belki de önemli olan nokta bu.
Korkmuyorum yine seveceğim!
Korkuyorum sevmekten deliler gibi. Korkuyorum incinmekten deliler gibi… Korkmuyorum dedim de yalandan kim ölmüş ki?
İstediğim biraz üstelenmek!
Biraz naz niyazımı görseniz, birazcık üsteleseniz her şey problem olmaktan çıkacak. Her zaman yapmayın ama zaman zaman kimin hoşuna gitmez ki karşı tarafın sevgisini ve senden vazgeçmeyişini hissetmek?

Bu yazımın perdelerini şimdi indirmek  zorundayım; çünkü aklıma bambaşka bir konu geldi ve artık  yeni bir şeyler söylemek lazım!

Periden Sevgilerle





Madalyonun diğer yüzü huzurlarınızda

Ne arkadaş diyebildim sana ne de dost… Ben sana kan dedim ben sana fikir bağı dedim. Senden tek beklediğim hayatı paylaşmaktı sorgusuzca… Seninle edinmekti hayatın bize vereceği tecrübeleri. Kardeşim yüzlerce km uzaktayken, yanı başımdaki kan bağı bildim seni…Yanı başımdayken sen, aldım başımın tacı ettim yüreğini. Ben seni huzur gibi sevdim be dostum… Sen neden benim seni sevdiğim şekilde  sevemedin beni?
Seni tanıdığım ilk günü hatırlıyorum. Bir otobüs durağındaydık ikimizde. Senin ismini söylediklerinde rüzgar savurdu yüreğimi sana doğru. Ayna tuttu aslında hayat o an bana. Sana baktığımda kendimi gördüm. Seni bulduğumda kendimi buldum. İyi dostluklar kavgayla başlar derler. Genele vurmak doğru mu bilinmez ama sende öyle oldu. Şimdilerde daha iyi anlıyorum ki bu savaş aslında birbirimizle değil, kendimizle olan savaşımızdı. Biz öylesine aynıydık ki korktuk yüzleşmekten kendimizle.
.
Ey dost! Sen misin çıkmaz sokaklarda kaybolmuş yabancı?
Seninle bir bütünmüşüz aslında. Seninle tamamlayanmışız. Tamlanan olmaktan korkmaktan tamamlayamamışız işte birbirimizi. Şimdi yokluğunda bir garip mahsunluk çöktü yüreğime. Dokunabilecek mesafedeyken  tutamamak kalbini. Ama sen nefes aldıkça karşımda yaşıyorum hissizliğimi beraberinde.
 Arka Söz!
Vefa nedir bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır demiş Mevlana…Bende inan senin hayatından çıkıp gidebilecek kadar cesurdum hep; ama her defasında kalıp yenilmeyi tercih ettim. Şimdi sen hani gittin ya, dilimin ucunda senin için bir cümle var söylemem gereken;
Senden nefret etmiyorum, nefret ediyormuş gibi yapıyorum çünkü nefret ediyor gibi görünmek, seni özlediğimi itiraf etmekten daha kolay!!!
Çok yaşa …

Periden Sevgilerle

Pazar notları: Düşüş! /Haşmet Babaoğlu

Düştüğünü bilen düştüğü yerden kalkmasını da bilir. Ama düşüşünü düş sanan için çare yok!
***

Neden bilmem, içinde balıklar yüzen gösterişli akvaryumlar beni hüzünlendiriyor. Benim en sevdiğim akvaryum cam fincandaki adaçayım! İçinde adaçayı dalları ve bir küçük limon dilimi yüzüyor.
***

Gençlere sürekli "önce kendinize güvenmelisiniz" diye öğüt veriyorlar. Oysa bu onları sersem yerine koymaktan başka bir şey değil. Güvenilmeyecek bir dünyada, güvenilmez insanlar arasında yaşarken nasıl olup da kendilerine güvenecekler!
***

TDK sözlüğüne bakarsak insanın mutlu olması imkansız! Sözlük "mutluluk" için şöyle diyor: "Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu."
***
Mesut insan mutlu insan mı?.. Kavramların, sözcüklerin kültürel kökleri ve tarihsel yüklerini yok saymak doğru olmaz! "Saadet" ve "mesut" Arapça " Sa'd" kökünden geliyor. "Sa'd"ın iki anlamı var: Kutluluk ve uğurluluk. Yani "mesut insan" aslında/özünde "kutlu olanla teması olan insan" demek... O halde diyebiliriz ki, hayatını "din dışı" (seküler) bir üslup içinde sürdüren, kutsalla bağları zayıf modern insan "mesut" olamaz!
***
Ya "mutluluk dediğimiz bir 'an'dır ya da o 'an'ların bir tespih tanesi gibi art arda dizilmesidir" tanımını yapanlara ne demeli! O "an"lar gerçekte haz ve neşe anları ... Nitekim mutluluk analizleri yapan davranış bilimciler de böyle diyorlar. İçinde hayatı bütünüyle kucaklayan bir tatmin duygusu taşımıyorsa, ikide bir "mutluluk"tan söz etmek anlamlı mı?
***

Keşke iddia edildiği gibi gerçekten bir "beden dili" olabilseydi! Keşke kimilerinin iddia ettiği gibi göz bebeklerimiz gerçeği söyleseydi! O zaman sözcüklerin esiri olmaz ve konuşa konuşa yalanları çoğaltmazdık.
***

Mevlana'nın "ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol" sözünü ağzına sakız yapanlara şaşıyorum. Nasıl da uyanık bir kolaycılık! Hani arkası bunun? "Şefkat ve merhamette güneş gibi ol/başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol/ hiddet ve asabiyette ölü gibi ol..." Bu tavsiyelerle ilgilenen var mı peki?
***

Samimiyet duygusu nereden kaynaklanır? Bir başkasıyla tanışıklıktan mı?.. Hayır! Hayır! Samimiyeti yaratan, bir başkasıyla değil, insanın kendisiyle tanışıklığıdır.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2012/03/18/pazar-notlari-dusus

İnsan yorulur!../Haşmet Babaoğlu

An gelir... Bizi öğütüp duran çarkın hiç durmayacağından korkmaya başlarız.
Zaten "geçmiş" bir türlü geçmek bilmezken, "gelecek" dedikleri ses etmeden gelip geçivermektedir.
Güne başlamak bile ağır gelir, oysa bütün gece uyku tutmamıştır!
Ana rahmindeymiş gibi büzülüp kalırız yorganın içinde. Yalandır o sıcaklık, o uyuşukluk! Yine de bir süre avutur bizi.
Sonra zar zor kalkar, gidip bir bilene anlatırız bütün bunları...
Teşhis gecikmez: Depresyon!
Oysa basbayağı yorgunluktur bu!
Yaşamaktan yorgunluk!

***
Bazen o kadarla da kalmaz!
İnsan, insan olmaktan yorulur!
Bu öyle bir bitkinliktir ki, davranışlar mahcup, dil ketum kalır.
Hastalıklar, bozukluklar, sapmalar sözlüğünde bu yorgunluğun bir karşılığı yoktur!
Nasıl anlatacaksın...
Zalimlerin de senin gibi bir insan oluşunun içinde büyüyen utancını!
Nasıl anlatacaksın hekimlere, analizcilere, terapistlere... Dünyanın sana gurbet olduğunu ve bu "sürgün"ün çok uzun sürdüğünü!
***
Şilili büyük şair Pablo Neruda'nın "Walking Around" adlı şiirini bilir misiniz?
Geçen gece Markar Esayan twitter'da "Yoruldum işte insan olmaktan" diye başlayan o müthiş şiiri hatırlatıyordu.
Hemen açtım şiiri, tamamını okudum. Nasıl da tanıdık bir duyguydu anlattığı!
Artık gölgesinden bile yorulduğunu anlatan Neruda yorgunluğunu atmak için "terzilere, sinemalara" gittiğini söylüyordu.
Gerçekten de öyle bir bitkinlik, öylesine tükenmişliktir ki bu...
Dışa vuramaz insan!
Onun yerine kendini "dışarı" vurur!
Tv haberlerini, gazete manşetlerini, iddialı söylevleri, karanlık söylentileri arkasında bırakıp...
Yürür, yürür, yürür.
Biri "nereye gidiyorsun?" diye sorsa, verecek cevabı yoktur!

14 Mart 2012 Çarşamba

Kan Revan İçindeyim -Bulutsuzluk Özlemi

Bağışlayın beni sevdalarım
Kendimi parçalara ayıramadım
Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Hiçbir ayrılık yeniden yaratmıyor artık beni

Alın gidin korkularımı
Saçlarımı ellerinizle okşayın
Ve bütün ayrılıklar sabah olunca alıyor nefesimi

Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kanrevan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur

Aşk ağır yükler bindirdi küçülen omuzlarıma
Kalplerinizden kaçtım hep
Varıp gittim en karanlıklara
Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Cehennemden düştüm hep benihiç görmediler

Yağmur ıslak mazeretler yükledi büyüyen yangınıma
Seviştim ve yoruldum varıp gittim en yanlızlıklara

Kan revan içindeyim gönlümün derdindeyim
Yerlerin dibindeyim kurtar ne olur
Kan revan içindeyim yarimin peşindeyim
Cennetin izindeyim kurtar ne olur

13 Mart 2012 Salı

Anneannelerin En Güzeli;

İlk göz ağrın çok uzaklarda şimdi… Küçükken anneni mi seviyorsun babanı mı sorularına hep anneannemi seviyorum derdim hatırlar mısın? Eski GOP’taki evimizde ne kadar güzel anılarımız vardı… Birlikte taze naneleri yıkar ayıklar kurutmak için sererdik… Sabah kalkar kalkmaz yanına koşardım, kapıyı tekmeleyişimden anlardın geldiğimi, daha sabahın çok erken vakitleri olmasına rağmen neskafeli sütümü hazırlamış olurdun…İçim ısınırdı…Hep pamuk elini tutarak uyumak isterdim…Sanki elini tutmasam kötü canavarlar beni senden kaçıracaklardı…
Bana börekler açardın. Okuldan gelince hemen yerdim…Şimdi yanında olsam da yine yapsan anneanne…Yine de bilirim her şeye  rağmen orada olabilsem ,canım şunu istedi desem, hemen pıtır pıtır mutfağa gider yaparsın…İçin durmaz biliyorum .Bir keresinde canım mantı istemişti o zaman daha küçüktüm…Okuldan bir gelmiştim ki elin kesilmiş. Meğer torununa mantı yapacağım diye elini kesmişsin hamuru keserken… Ne kadar üzülmüştüm…Benim yüzümden elin kesilmişti…Şimdi burada akşama kadar düşünsem ne kadar çok anımız gelir aklıma yazmakla bitiremem…Kolyelerini  kaçırır, aynanın karşısında evcilik oynar,  yatakta takla atardım, salonun anahtarını kaçırıp gizlice salona girer koltukların arkasına saklanırdım ama yine de bana hiç kızmazdın…Dedemle gezdiğin şehirleri anlatırdın…Ne kadar özenirdim keşke sizinle olsaydım o zamanlar derdim…
Hayat ne kadar  değişik… Nerelere savurdu bizi. Daha kim bilir neler anlatacaktın hayata dair, bu minicik yüreğe. Ve deniz değildi gözlerin, gökyüzüydü uçtuğum, anneanne. Gözlerin ki,yeşili utandıran. Gözlerin ki özgürlüğüme kanat takan… Kanatlarım kırıldı buralarda anneanne. Sıcaklığında kaybolduğum , şefkatinle kedi gibi olduğum, buğulanan gözlerime; yumuşacık bir tebessümdün sen orada bana sen… Koca yürekli, asil sevdam…
 Düşündükçe o kadar çok şey hatırlıyorum ki hepsini yazmak istiyorum… Ne kadar çok korkardım küçükken  seni kaybetmekten…Hala da korkuyorum ya… İnşallah Allah daha ömür verirde söylediğin gibi ben evimizden gelin çıkarken davul zurna çaldırırsın… Eğer ki Allah kısmet etmezse o gün yokluğunu hissedeceğim tek kişi sen olacaksın anneanne…
Herkes ayrılığı yaşıyor... Ama pişmanlıklarla, ama kavuşma arzusuyla. Ben karşına dimdik çıkmaya çalışıyorum anneanne.  Bilmiyorsun anneannem, aşıktım ben sana. Bu yüzden de bu özlemime, ağlayışıma sakın kızma …