17 Nisan 2012 Salı

Beni Güzel Hatırla

Farz et ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Ya da bir yağmur sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Belki de bir rüyaydım
Senin için.
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla…
Çünkü sevdim seni ben, her şeyini
Sana sırdaş oldum, dost oldum, koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa, el oldun aldırmadım
Beni güzel hatırla…
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını, sevabını içimde
Sessizce gittim.
Senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla…
Sana unutulmaz geceler bıraktım,
Sana en yorgun sabahlar,
Gülüşümü, gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne ararsan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı, üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Alnından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
GİDİYORUM

Orhan Veli Kanık

10 Nisan 2012 Salı

KAYBETMEK İÇİN DOĞANLARIN 10 ORTAK ÖZELLİĞİ


Bir filozof, “Hayat doğduğumuzda hepimize bir mermer bloğu verir. Bazılarımız ondan güzel bir heykel yaparız, bazılarımız ise hoyratça peşimizden sürükleyip paramparça ederiz” demişti. Kaybedenler de kazananlar gibi benzer ve farklı özelliklere sahiptir. Bazıları Leonard Cohen’in deyişiyle ‘görkemli kaybeden’dir. Bazıları ‘yokluğu anlaşılmaz’dır.
Bazıları kaybederken başkalarına da zarar verir. Bazıları ise ‘sadece kendine zararlı’ kaybedendir. Kazananlar gibi kaybedenler de, ‘felsefeli kaybedenler’ ve ‘felsefesiz kaybedenler’ diye ikiye ayrılabilir. Kazanmak gibi, kaybetmek de bağımlılık yapabilir. Kaybetmişliğiyle barışmanın ötesine geçip, kaybetmeyi kimlikleştirmek de mümkündür. Bu bağlamda ‘param yok’ demekle, ‘ben fakirim’ demek arasında dağlar kadar fark vardır. Kaybetmeyi kimlik haline getirmek, -ki bunun Türk usulü versiyonu arabeskleşmedir- kaybetmeyi kalıcı ve ‘sürdürülebilir’ hale getirir.
Hiç kimse durduk yerde kaybeden olamaz. Kaybeden olmak için de bazı şekillerde düşünmek, bazı şekillerde davranmak, bazı şeylere inanmak gerekir. Kaybeden olmanın da yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesi vardır. Kaybetmek için doğanlar pek fark etmeseler de, kaybetmek için de çaba harcamak gerekir!
Peki hayat oyununda kaybetmeye yatkın insanların, düşünce ve davranışlarında sıklıkla karşılaşılan ortak özellikler nelerdir?

1- İç disiplin yetersizliği

Başarısız insanların birinci ortak özelliği, irade gücü zayıflığıdır. Kendini içinden disipline ederek, bir amaca doğru harekete geçirememek bu insanların en büyük eksiğidir. İrade gücü, insanın kendi iç güçlerini bir mercek gibi toplayıp, bu gücü bir amaca yöneltmektir. İradesi zayıf olduğu için kendini kontrol edemeyenlerin, olayları ve diğer insanları yönetmesini beklememek gerekir.

2- Zaman kullanım bilincinde zayıflık

Başarılı ya da başarısız herkesin 24 saati vardır, farkı yapan bu zamanı nasıl kullandıklarıdır. Başarmak istediği işleri, bir zaman çerçevesine oturtup, yani ‘işleri takvime bağlayıp’ sonra da kendini o programına göre denetleyenler, iyi bir kişisel organizasyon sistemi kurmuştur.

Belli bir amaç ve yön duygusuyla hareket etmeyenler, zamanının değerini de bilemez. Yapılacak işleri olanlar için zaman geçer, bir amacı olmayanlar içinse zaman döner! Sabah olur, öğlen olur, akşam olur, tekrar sabah olur!

3- Başarıyı dış faktörlere bağlama eğilimi

Bernard Show ünlü esprisinde, “Başarı tamamen şansa bağlıdır, inanmıyorsanız başarısızlara sorun!” der. Başarısızların, hayatlarındaki sonuç-ları kendi karar ve seçimlerine bağlamak yerine, kader, kısmet, şans ve şartlar gibi dışsal faktörlere bağlama eğilimi yüksektir.

Egolarını savunmak ve öz saygılarını korumak için, başarısızlığı “Rüzgar karşıdan esiyordu, hakem karşı tarafı tutuyordu” gibi dış faktörlere bağlarlar. Bu tutumun tehlikesi nedir? İnsanlar başkalarını ve şartları çok fazla suçlarsa, öğrenmeye zaman bulamaz.

4- ‘Saydı’ tipi düşünmeye yatkınlık

Başaranlar, önlerindeki şartlardan nasıl başarılı bir sonuç çıkarabileceklerini düşünür. Başarısızlık merkezli düşünenler ise, ‘başka şartlarda olsa-lardı’ neler yapabileceklerini anlatıp durur. Bu ‘saydı’ tipi düşünmedir. Bu tür kadınlar, ‘erkek doğsalardı’ neler yapabileceğini anlatırken, bu tür erkekler ‘kadın doğsalardı’ neler yapabileceklerini sayıklar.

Daha ilkokula bile gitmemiş olan İbrahim Tatlıses, “Urfa’da Oxford olsaydı, biz de giderdik” der! Kısacası, başarı sonuç alır, sevinir ve susar. Başarısızlık konuştukça konuşur. Çünkü elinden iş gelme-yenlerin, dilinden çok söz gelir! Cenap Şahabettin’in deyişiyle “Yerinde sayanlar yürüyenlerden daha çok gürültü çıkarır.”

5- Arabeskleşmeye yatkınlık

Başarısızlığa götüren tavırlardan biri de arabesk düşünmeye yatkınlıktır. Arabesk hayat görüşü sürekli bir ‘başarısızlık beklentisi’ içindedir. Kendini ‘bela paratoneri’ gibi görür.

Arabesk söyleyerek başarılı olunabilir ama arabesk bir dünya görüşüyle başarıdan başarıya koşmak pek mümkün değildir. Arabesk tavırlılar, söylemek yerine söylenmeye yatkın; anlatmaktan çok alınmaya eğilimlidir. Sürekli bir ‘kurban psikolojisi’ içinde kıvranır. Eziklik ile ezme içgüdüsü arasında savrulur, ‘doğru dozda tavır’ sorunu yaşarlar.

6- Atalet ve tembelliğe yatkınlık

Bir şeyi yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Onu niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. İsterseniz nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Yapmamakla neler kaybettiğinizi de biliyorsunuz. Yaparsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. Elinizi kolunuzu bağlayıp, yapmanızı engelleyen birileri de yok.

O halde sizin içinizde olup, sizi durduran nedir? Atalet!

Atalet, miskinlik, tembellik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, yılgınlık demektir. Kaybedenlerin ana ruh hali, tembellik ve atalet psikolojisidir.

7- Kaybetme korkusundan kazanmaya kalkışmama

Bİr araştırma insanların “Ya başaramazsam” diye korkanlar ve “Ya başarırsam” diye korkanlar diye ikiye ayrıldığını göstermiştir. Pek çok insanda, başarısızlık korkusundan çok ‘başarı korkusu’ olduğu ortaya çıkmıştır. Başarı korkusu, bazı kişiler-in başarılı olunca samimiyetlerini kaybedeceklerini, arkadaşları tarafından eskisi gibi sevilmeyeceklerini, ‘insanların onlara çıkarları için yaklaşacağını’ düşünüp, başarıdan uzak durması demektir. Önemli bir diğer grup ise, ‘ya başarılı olduktan sonra zirvede kalamaz, gördüğümden eksik yaşarsam’ kaygısıyla başarıdan uzak durmaktadır. Kısacası, başarısızlar hem ‘ya başarırsam’dan, hem de ‘ya başaramazsam’dan korkarlar!

8- Psikolojik iç sabotajlara yatkınlık

Başarısız insanların beyninde, psikolojik iç sabotaj mekanizmaları bolca bulunur. Beyinleri adeta şizofrenik bir ikiye bölünmüşlük halindedir. Bir tarafları inşa ederken, diğer tarafları imha eder. Bir tarafları ileri iterken, diğer tarafları geri çeker. Neyin doğru neyin yanlış olduğu, neyin ileriye götürdüğü, neyin geride bıraktığı konusunda net değillerdir. Başarı konusunda derin bir kafa karışıklığına sahiptirler. Kafası net olmayan insanların, eylemleri de net olmayacaktır. Nazımın bir deyişini biraz değiştirirsek, “Bana kafanızın içinde başarının net bir resmini yapabilir misiniz?”

9- Kendini geliştirmeye kapalılık, kurnazlığa yatmak

Azgelişmiş insanların, katakulli kapasitesi çok gelişmiş olur! İşini en doğru ve verimli şekilde nasıl yapacağına kafa yormak yerine, önce o işin kurnazlığına kafa yormak, tipik bir ‘azgelişmiş başarısız insan’ tavrıdır. Bu tür insanlar, ülkemizde çoğunluk olduğu için, yaygınlıktan gelen rahatlığa sahiptirler. Kurnazlık, otoriter ve azgelişmiş toplumlarda yaygındır. Ege Cansen’in deyişiyle ‘bilgi açığını kurnazlıkla, beceri yetmezliğini ise kabadayılıkla kapatma’ eğilimi başarısızların karakteristiğidir. Başarısızların çoğu yeni şeyler öğrenmeye kapalı bir zihin yapısına sahiptir. Hayat ve başarı üzerine yeni şeyler öğrenmektense, kendi arabesk ezberlerini tekrarlamayı tercih ederler. Yaşadıkları olaylardan çıkardıkları dersler bile, daha önce çevreden duydukları kulaktan dolma fikirlerdir.

10- Başarı hakkında yanlış yargılara sahip olmak

Başarılı insanlar ‘başarının sırrı’nı bilir. Başarısız insanlar da bilir! Arada bir fark vardır, başarısızlar yanlış bilir! Daha da kötüsü, bazıları doğrusunu bilmek de istemezler! Çünkü başarının kendi ellerinde olabildiğine inanmak, insanı sorumluluk altına iter. Nasıl başaracağını öğrenip hayatının sorumluluğunu taşımak yerine, kişisel gelişim kitaplarını ve yazarlarını suçlamak çoğu insana daha kolay gelir. Başarı da, futbol ve siyaset gibi, hemen herkesin fikir sahibi olduğu ama çok az insanın birinci sınıf bilgi sahibi olduğu bir alandır. Beynimiz başarı hakkında hurafeler ve ‘leylek hikayeleri’yle dolu. Başarısızların, yapması gereken ilk şey, başarı üzerine yeni şeyler öğrenmek değil, başarı hakkında bildiklerinin bazılarını unutmaktır! 

Mümin Sekman

9 Nisan 2012 Pazartesi

Narsistler

"Aramızdaki sapık narsistler: Onları nasıl tanıyabiliriz ve onlardan nasıl kaçabiliriz."

NARSİST BİR SAPIĞI NASIL TANIRSINIZ

Le Nouvel Observateur dergisine göre, narsist bir sapığın özellikleri şunlar:
* O bir vampirdir. Öteki'nin enerjisini emer.
* Empati duygusu sıfırdır, duygusal açıdan frijittir.
* Kronik bir tatminsizliği vardır. Kendine olan hayranlığının tatmini asla yoktur.
* Dalga geçme görüntüsü altında, sürekli olarak kendini veya partnerini çekiştirir, yerer, küçük düşürür.
* Karşısındakinin arzu ve ihtiyaçları onu hiç ilgilendirmez.
* Kurbanını hep yalnızlaştırır, izole eder.
* İflah olmaz bir benmerkezcidir.
* Karşısındakinde hep suçluluk duygusu yaratır.
* Kendisinin sorgulanmasına asla izin vermez, gerekli görmedikçe asla özür dilemez.
* Gerçekliği hep inkar eder, reddeder.
* İki kişiliklidir: Vitrininde; sempatik, parlak, etkileyici, cezbedici bir kişiliktir. Ama gerçekte diktatör, karanlık ve yıkıcı bir karaktere sahiptir.
* Dışarıya verdiği imaj konusunda hastalık derecesinde titizdir.
* Belagatı büyük bir beceriyle kullanır.
* Bir insanı kaynar sudan, soğuk suya atmada; nereye kadar gideceği, hangi sınırları zorlayacağı konusunda müthiş yeteneklidir.
* Hep endişelidir; partnerinin mutluluğu onu rahatsız eder.
* Etrafına her an neşe saçıyor görünmek ister.
* Rol değiştirmeyi çok iyi bilir. Kendini hep kurban gibi gösterme arzusu vardır.
* Konuşurken çok çelişkili olabilir.
* Karşısındaki kendini dibe düşmüş hissedince, narsist sapık rahatlar.
Ertuğrul Özkök'ün yazısından Alıntıdır

Ağacın Dalları

Sen gülerken yanındakilerde güler
Ama sen ağlarken yanlız ağlarsın
onun için öyle bir ağaca yaslan ki ,
Asla yıkılmasın...
Öyle bir dost edin ki,
Seni asla bırakmasın...
(Anonim)

Kıyamadıkların sana kıyar hale gelmiş bu diyarda...


Anlayamadığım çok şey var... Yaşananlara bakıldığında anlam veremediğim bir sürü şey... İnsanlar kaygılarıyla, hırslarıyla yoğurmuş en içten gülümsemelerini... Matlaşmış suratlar, sönmüş gözlerdeki parıltı... Küçük insanların büyük gururları olduğundan mıdır, yoksa yozlaşmış toplumların engellenemez yok oluşundan mı kaynaklanır bu kibir bilinmez ayak uydurmak kolay olmuyor... Bakıyorum da dünya değişmiş... Hani çocukluğumuzun bir şarkısı vardı “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” ... Daha iyi tanımlanabileceğini sanmıyorum. Anlamaya çalışmak, empatiyle yoğrulmak ön koşul hayatımda belki; fakat sınırlarımın neresi olduğunu çözmek dayanıklılık istiyor zaman zaman... Dayatmaların insanı olmadım hiç aslında. Entegretif bir yön yaratmak yerine farklılıkların peşinden koşmak mıydı yanlışlık... Sürüye sepet olmaktansa, gökkuşağının 8. rengi olmak istedim... Farklılaştım, yabancılaştım... Anlayamadılar... Haysiyeti yolda bırakmışlıklara gebe kaldılar hep... Tevazuyu suç, iyi niyeti borç bildiler... Düşünüyorum da masumiyetlerini nerede kaybettiler? Büyük olmak iyidir; ama insan olmak daha iyidir derim hep öte yandan biliyorum ki insanlar bize karşı değiller, sadece kendilerinden yanalar, o kadar. Aslında iyi niyetli ve adam gibi adam olmanın hiçbir maliyeti yok, ama her şeyi satın alabilecek güçte...Farkında olmakla tabi.Her şey  meyankökü kıvamında..Yok olmaya,küflenmeye mahkum..Riyaların adı olmuş kalbe mal olmuş sevgiler..
Bense;
Her şey şu küçücük cüssemde varken, hep bende var olanı yarım yaşadım.Aslında en büyük yanlışları hep kendime yaptım.Evet, belki savaşımda haklıydım ;ama çözmeye en yanlış yerden başladım.Kendi hıçkırıklarımı hep içimdeyken yarım bıraktım,kendi duvarlarıma çarparak kanattım kendimi...Acıtmak isterken ,canımı acıtan ne varsa;Hep kendime acırken buldum kendimi ..Yarım bıraktım kulağımda, dinlerken en sevdiğim şarkıları...Öfkemle kalktığım yerlerde kaybettim ayaklarımı..
Yani, yürüyemediğim gibi yürütemedim de... Sadece bu insanların zararlarını tam yaşadım...
Sonra yine ihanetin en büyüğünü kendime ettiğimi anladım. Kendimden özür dilerken; affetmeyen ruhumun tokadını hissettim yine... Sanki yarım bırakmak istercesine, var olan bütün gücümü harcadım...
Sabrımı martılara yem ettim, camlardan tükürdüm sükûnetimi... Sonra oturup hep ben ağladım.
Kendi kendime yarattığım mutluluğum gibi, tek başıma çektirdim eziyeti kendime. Yarım kalan hıçkırıklarımda boğuldum. Hep derim ya: Ben kendi çaresizliğimin sebebiydim... Kötüye karşı koymaktan, yalnızlığımı bile yalnız bıraktım. Avutup dursam da şimdi kendimi, affetsem de her seferinde kendime attığım kulak çınlatan tokadı,takmayan prenses rolümde yine en başarılı olsam da,biliyorum, utanacak yalnızlığım bile benden...Çünkü biliyorum; kötüyle, riyayla ,yalanla ve sahtelikle olan kavgamda tokadı yine kendi yüzüme indireceğim.Pişman olmadan yaşamayı öğrenemeyeceğim.Biliyorum bu içten içe içsizliğimi ve ben yine kendi kendimi her seferinde nakavt edeceğim...


Ama ben şimdilik;
Sabrediyorum, hazmediyorum, şükrediyorum...

Sevgiyle kalın..

Peray(21.09.2011)

YIKILAN HAYALLER YENİ UMUTLARA CAN VERİR

Kader diyemezsin...

Çok zordur...

Kolay kolay dahil etmezken kimseleri hayatına,
Duvarın öteki tarafına geçen, dost kelimesinin bile yanında hafif kaldığı, sadece kendi varlığıyla başlıbaşına bir kavram yaratmış kişiyi kaybetmek...
Daha zoru artık hayatında yer almayacagını kabullenmektir...
Sanki hiç olmamışcasına, hiçbir şey paylaşmamışcasına...
Yoktur artık,
Gitmiştir ya da belki de zorlanmıştır gitmeye..
Neden soruları asılı kalır havada,
İmkanı yoktur geçen zamanı geri almanın, anlamsız yaşanmışlıkları silip atmanın...
Yüzyüze gelip de gözler yere indirileceğine anlamsız boşluklara, eskiyle anımsanmalıdır artık sadece Son kez bakılır, üçe kadar sayılır, aynı anda dönülüp farklı yollara yürünmeye başlanır...

6 Nisan 2012 Cuma

BENİM YALNIZLIĞIM İNSANLARLA DOLU

Ne kadar zor kalabalıklar arasında yalnızlaşmak… Ne kadar zordur ki buna alışmaya çalışmak… Önemli olan yalnızlığınızla barışıklığınız olması gerekir iken, ne kadar da hiç ediyor insanlar ilişkileri hoyratça…Evet en kötüsü de başınızın üstünde tuttuklarınız. Başınızın üstünde iken nasıl yerlere düştükleri. Asıl mesele onlar mı yere düşüyor kendi eksenlerinde dönerken yoksa biz mi itiyoruz onları yer kalmamış gibi zihnimizin kalabalıklarında… Düşünüyorum da insanda hayal kırıklıkları yaratan sadece kendisi. Daha da net olarak beklentileri. Beklentiler çoğaldıkça yalnızlaşıyor insan sanırım. Sadece beklentileri azaltmak dizginliyor tükenmişlikleri. Şimdi kendi hayatıma bakıyorum da ne çok şey beklemişim insanlardan. Aslında bu beklenti durumu devam da ediyor o ayrı ya. Sevmeyi istiyorum bir insanı. O insan ki yüceltsin sevgimi benim onunkini ölümsüzleştirdiğim gibi. Bu sevmek hayatı sevmek gibi… Aşk, tutku falan da değil ha benimkisi. Bir dostu, bir arkadaşı, bir insanı sevmekten bahsediyorum yanlış anlaşılma olmasın. Ben şimdilerde her sevdiğimi fazla seviyorum. Bir arkadaşımın amiyane tabiriyle kutup ayısı gibi seviyorum insanları. Hani kutup ayıları severken öldürürlermiş ya yavrularını ya da severek işte siz anlayın. Ben öyle öldürüyorum işte içimdeki sevgileri. Çok sevmekten…
Zaman zaman düşünüyorum acaba ben bu doğru yanlış parametresinin neresindeyim? İnsanların faturalarını çıkarıp suçları üstüne yıkmayı bir kenara bırakıyorum ve bütün okları kendi kalbime doğru fırlatıyorum şimdilerde. Ben kim miyim? Arsız bir sevgi iştahlısı. Evet sanırım bu uygun bir tabir oldu gibi. Sevdiğim insanları öylesine çok seviyorum ki en ufak bir şeyde yıkılacak kadar hassaslaşıyorum. Öylesine hassaslaşıyorum ki korkuyorum kaybetmekten kendimi. Bekliyorum. Bekliyorum ki beklentilerimin 90 derecelik açısında buluşsun, bekliyorum ki uzak kalsın paralellikten… Kesişmek istiyorum 2 çizginin uzaklaştığı sonsuz evrende. Korkarak; ama bir o kadar da gururlu. Hatta kahrolası bir gururla yapıyorum bunu. İçim her kan ağladığında susuyor, içimdeki çığlıklardan sağırlaşıyorum. Ben sağırlaştıkça tıkanıyor işte sevgim. Kabuk bağlamadan irinini büyütüyor. Sustukça susuyor, kanattıkça kanatıyorum içimdekileri. Ve bir gün geliyor bir toz bulutu gibi terk ediyor beni sevgim…
Ben gibi neden düşünemez kimse?
Hani ailelerin bazı mottoları vardır. Ben kendiminkinden örnek vereyim. Kimseyi kendin gibi sanma, üzülürsün. Çok kendinden verme, kırılırsın. İnsanlara güvenme, hayal kırıklığı yaşarsın. Çok sevme, incinirsin. Başının üstüne koyma, kaldıramayıp düşersin… Kafam karıştı şimdi, ben ne yapacağım bu insanlarla anne o zaman?
Temizlik…
Şimdilerde uzun uzun düşünme fırsatı buluyorum. Kendi kendime kalmayı seçtim zihinsel bir temizlik için. Ya da kendi kendimi yalnızlığa terk ettim. Evet ben yaptım bunu kendime. Kaldıramadım çünkü. Hayatımın ciddi bir temizliğe ihtiyacı var şu sıralar. Hani şey gibi değil, insanları temizleyeyim hayatımdan da arınayım değil, kendi kanayan yaralarımı, hayal kırıklıklarımı, ümitsizliklerimi, korkularımı temizleyeyim bir. Sonrasında ise bakış açımı, sevişimi, değer verişimi, kıskançlıklarımı törpüleyeyim. Sivriliklerimi törpülemeye ihtiyacım var aslında. Fazlalaşmışlıklarımı bir törpü ile azaltmaya, kısaltmaya.Ne doğru onu bilmiyorum. İnanmak, kendini sevmek bu devirde post modern yalnızlık sebebi. Benim sebebim bu ya da. İnanıyorum insanlara, beklentiler içerisine giriyorum yani beklentilerden de kastım sadece benim düşünebildiğim kadarı. Benim verebildiğim kadarı. Fazlası değil.
Yalnızlığım ve ben bir başıma nihayet!
Ben hâlbuki yalnızlıktan ölümüne korkan bir insanım. Ama yalnızım işte. Sevgi arsızı birinin hazin sonuJSevmek ne kadar enteresan bir olguymuş aslında. Bunu yeni yeni öğreniyorum. Nasıl sorusuna cevabı ise şöyle betimleyeyim; ben bir ağaçlar bütününü, yaratılmış her insanı, iyiliği, nefes almayı, dostumla 5 dakikalık bir sigara molasını, onu yokken bile yakınımda hissetmeyi, yeni tanıştığım bir insanın iyi ve güvenilir bir arkadaş olabilme ihtimalini, insanlara şans vermeyi ve birçoğu… İnsanın güler yüzünü, inancını başka türlü yorumlamak ne tür bir insanın işidir yahu? İnanır mısınız çevremdekiler birine güler yüz gösterdiğimde veya samimiyetle içtenlikle yaklaştığımda bunu kadın erkek ilişkilerindeki yakınlık olarak nitelendirebilecek kadar küflenmiş zihinlere sahipler. Çok enteresan ve bir o kadar da korkunç aslında. Küflenmiş zihin derken sanırım haksızlık etmiyorum bu tip insanlara. İNSAN olmak bambaşka bir şey… Bana içten yaklaşan bir insana, içi hasetle kavrulmaksızın huzurla yaklaşan bir bireye kötü niyetlimi demeliyim şimdi… Kimde aslında kötü niyet burada belki de önemli olan nokta bu.
Korkmuyorum yine seveceğim!
Korkuyorum sevmekten deliler gibi. Korkuyorum incinmekten deliler gibi… Korkmuyorum dedim de yalandan kim ölmüş ki?
İstediğim biraz üstelenmek!
Biraz naz niyazımı görseniz, birazcık üsteleseniz her şey problem olmaktan çıkacak. Her zaman yapmayın ama zaman zaman kimin hoşuna gitmez ki karşı tarafın sevgisini ve senden vazgeçmeyişini hissetmek?

Bu yazımın perdelerini şimdi indirmek  zorundayım; çünkü aklıma bambaşka bir konu geldi ve artık  yeni bir şeyler söylemek lazım!

Periden Sevgilerle





Madalyonun diğer yüzü huzurlarınızda

Ne arkadaş diyebildim sana ne de dost… Ben sana kan dedim ben sana fikir bağı dedim. Senden tek beklediğim hayatı paylaşmaktı sorgusuzca… Seninle edinmekti hayatın bize vereceği tecrübeleri. Kardeşim yüzlerce km uzaktayken, yanı başımdaki kan bağı bildim seni…Yanı başımdayken sen, aldım başımın tacı ettim yüreğini. Ben seni huzur gibi sevdim be dostum… Sen neden benim seni sevdiğim şekilde  sevemedin beni?
Seni tanıdığım ilk günü hatırlıyorum. Bir otobüs durağındaydık ikimizde. Senin ismini söylediklerinde rüzgar savurdu yüreğimi sana doğru. Ayna tuttu aslında hayat o an bana. Sana baktığımda kendimi gördüm. Seni bulduğumda kendimi buldum. İyi dostluklar kavgayla başlar derler. Genele vurmak doğru mu bilinmez ama sende öyle oldu. Şimdilerde daha iyi anlıyorum ki bu savaş aslında birbirimizle değil, kendimizle olan savaşımızdı. Biz öylesine aynıydık ki korktuk yüzleşmekten kendimizle.
.
Ey dost! Sen misin çıkmaz sokaklarda kaybolmuş yabancı?
Seninle bir bütünmüşüz aslında. Seninle tamamlayanmışız. Tamlanan olmaktan korkmaktan tamamlayamamışız işte birbirimizi. Şimdi yokluğunda bir garip mahsunluk çöktü yüreğime. Dokunabilecek mesafedeyken  tutamamak kalbini. Ama sen nefes aldıkça karşımda yaşıyorum hissizliğimi beraberinde.
 Arka Söz!
Vefa nedir bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır demiş Mevlana…Bende inan senin hayatından çıkıp gidebilecek kadar cesurdum hep; ama her defasında kalıp yenilmeyi tercih ettim. Şimdi sen hani gittin ya, dilimin ucunda senin için bir cümle var söylemem gereken;
Senden nefret etmiyorum, nefret ediyormuş gibi yapıyorum çünkü nefret ediyor gibi görünmek, seni özlediğimi itiraf etmekten daha kolay!!!
Çok yaşa …

Periden Sevgilerle

Pazar notları: Düşüş! /Haşmet Babaoğlu

Düştüğünü bilen düştüğü yerden kalkmasını da bilir. Ama düşüşünü düş sanan için çare yok!
***

Neden bilmem, içinde balıklar yüzen gösterişli akvaryumlar beni hüzünlendiriyor. Benim en sevdiğim akvaryum cam fincandaki adaçayım! İçinde adaçayı dalları ve bir küçük limon dilimi yüzüyor.
***

Gençlere sürekli "önce kendinize güvenmelisiniz" diye öğüt veriyorlar. Oysa bu onları sersem yerine koymaktan başka bir şey değil. Güvenilmeyecek bir dünyada, güvenilmez insanlar arasında yaşarken nasıl olup da kendilerine güvenecekler!
***

TDK sözlüğüne bakarsak insanın mutlu olması imkansız! Sözlük "mutluluk" için şöyle diyor: "Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu."
***
Mesut insan mutlu insan mı?.. Kavramların, sözcüklerin kültürel kökleri ve tarihsel yüklerini yok saymak doğru olmaz! "Saadet" ve "mesut" Arapça " Sa'd" kökünden geliyor. "Sa'd"ın iki anlamı var: Kutluluk ve uğurluluk. Yani "mesut insan" aslında/özünde "kutlu olanla teması olan insan" demek... O halde diyebiliriz ki, hayatını "din dışı" (seküler) bir üslup içinde sürdüren, kutsalla bağları zayıf modern insan "mesut" olamaz!
***
Ya "mutluluk dediğimiz bir 'an'dır ya da o 'an'ların bir tespih tanesi gibi art arda dizilmesidir" tanımını yapanlara ne demeli! O "an"lar gerçekte haz ve neşe anları ... Nitekim mutluluk analizleri yapan davranış bilimciler de böyle diyorlar. İçinde hayatı bütünüyle kucaklayan bir tatmin duygusu taşımıyorsa, ikide bir "mutluluk"tan söz etmek anlamlı mı?
***

Keşke iddia edildiği gibi gerçekten bir "beden dili" olabilseydi! Keşke kimilerinin iddia ettiği gibi göz bebeklerimiz gerçeği söyleseydi! O zaman sözcüklerin esiri olmaz ve konuşa konuşa yalanları çoğaltmazdık.
***

Mevlana'nın "ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol" sözünü ağzına sakız yapanlara şaşıyorum. Nasıl da uyanık bir kolaycılık! Hani arkası bunun? "Şefkat ve merhamette güneş gibi ol/başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol/ hiddet ve asabiyette ölü gibi ol..." Bu tavsiyelerle ilgilenen var mı peki?
***

Samimiyet duygusu nereden kaynaklanır? Bir başkasıyla tanışıklıktan mı?.. Hayır! Hayır! Samimiyeti yaratan, bir başkasıyla değil, insanın kendisiyle tanışıklığıdır.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2012/03/18/pazar-notlari-dusus

İnsan yorulur!../Haşmet Babaoğlu

An gelir... Bizi öğütüp duran çarkın hiç durmayacağından korkmaya başlarız.
Zaten "geçmiş" bir türlü geçmek bilmezken, "gelecek" dedikleri ses etmeden gelip geçivermektedir.
Güne başlamak bile ağır gelir, oysa bütün gece uyku tutmamıştır!
Ana rahmindeymiş gibi büzülüp kalırız yorganın içinde. Yalandır o sıcaklık, o uyuşukluk! Yine de bir süre avutur bizi.
Sonra zar zor kalkar, gidip bir bilene anlatırız bütün bunları...
Teşhis gecikmez: Depresyon!
Oysa basbayağı yorgunluktur bu!
Yaşamaktan yorgunluk!

***
Bazen o kadarla da kalmaz!
İnsan, insan olmaktan yorulur!
Bu öyle bir bitkinliktir ki, davranışlar mahcup, dil ketum kalır.
Hastalıklar, bozukluklar, sapmalar sözlüğünde bu yorgunluğun bir karşılığı yoktur!
Nasıl anlatacaksın...
Zalimlerin de senin gibi bir insan oluşunun içinde büyüyen utancını!
Nasıl anlatacaksın hekimlere, analizcilere, terapistlere... Dünyanın sana gurbet olduğunu ve bu "sürgün"ün çok uzun sürdüğünü!
***
Şilili büyük şair Pablo Neruda'nın "Walking Around" adlı şiirini bilir misiniz?
Geçen gece Markar Esayan twitter'da "Yoruldum işte insan olmaktan" diye başlayan o müthiş şiiri hatırlatıyordu.
Hemen açtım şiiri, tamamını okudum. Nasıl da tanıdık bir duyguydu anlattığı!
Artık gölgesinden bile yorulduğunu anlatan Neruda yorgunluğunu atmak için "terzilere, sinemalara" gittiğini söylüyordu.
Gerçekten de öyle bir bitkinlik, öylesine tükenmişliktir ki bu...
Dışa vuramaz insan!
Onun yerine kendini "dışarı" vurur!
Tv haberlerini, gazete manşetlerini, iddialı söylevleri, karanlık söylentileri arkasında bırakıp...
Yürür, yürür, yürür.
Biri "nereye gidiyorsun?" diye sorsa, verecek cevabı yoktur!