9 Ağustos 2016 Salı

Yeniden başlasın..

Heyecanlı bir başlangıç...Umulmadık gelen misafir...Ruhu karanlığa gömülmüş bir bedenin son şahlanması...

Huzurun adını unutmuş bir yürekti benimkisi.Zor bir savaşın yıpranmışlığı umarsızca kol geziyordu dört bir yanımda..Yenilmiştim ama pes etmemiştim .Ah hayat! Sen mi yaman ben mi yamanın savaşını ne de çok verdin benimle...Gücüm tükendikçe ayağa kalkışlarım aslında hep daha vurucu oldu.Bilabedel savaşlar gördüm mü sen hiç...Hep çaldı hep aldı hayat .ama yerine koydukları ruha ışık saçan ganimetlerdi. Belki de her ayağa kalkışım bu yüzdendi. gerçi düşünüyorumda  pes etmek hiç bana göre olmadı ki...Son gözyaşı akana kadar yürekten ,hep ter döktü bedende.Biz savaşmayı babalarımızdan  öğrenmedik mi hem.Ucunda kıymet verdiğin her ne varsa ona dairdi her şey..Bazen hem geç hem de güç oldu elbette.Ne kolay kazanıldı ki bu hayatta diyerek tutunma zaten işin algoritması değil mi..

Kimi zaman, sebeplere dayanmadan yorgun hisseder insan kendini. Elan vuku bulan bir nedeni yoktur işte ama birikmişlik bir yolunu bulur çıkar gün yüzüne. Pandora zaten hep hazır beklemez mi zaten ortalığa döküleceği güne dair..Böyle zamanlarda doğru ve yanlışların matematiğini yapmak , geçmişi dahada  önemlisi çıktığın savaşları tekrar masaya yatırmak sanırım en doğru terapi ...Nasıl aksiyon alacağını daha büyük bir çerçeveden görebiliyor insan..İşte o noktada olası yeni savaşlara olan gücünün kaynağı temelleniyor. Insanın mühimmatları zaten yaşadıkları değil mi?

Hayat insanı sınamaktan vazgeçmiyor işte.Bir alıp on vermiyor.Aldığı neyse tattırdığı da o.. Çoğu kişi farkındalıklardan uzak hep şunu düşünür.Hep bir eksilme ,hep bir geri adım..Aslında şimdilerde görüyorumda öyle bir işleyiş yok..Sadece hayatın bize sunduklarını görmekten o kadar uzağız ki aldıklarıyla terazisini yapamıyoruz. Yeni doğan her gün hep yepyeni bir başlangıç halbuki..Dürtüyor hayat seni her sabah...Kalk ve kazan..Hisset, yaşa,gerekirse üzül,gerekirse kaybet ama aldığın her nefesin kıymetini bil..Biz sanırım bunu başaramıyoruz..Kazançlar, başımıza gelen güzel şeyler ne kadarda tatlı geliyor damağımıza..Belki de varoluşsal  bir bencillik bu sadece..Kaybetmek hazmetmesi zor bir lokma diye hayıflanırken kazandığımızıda ise o lokmayı çiğnemeden yutabiliyoruz. Tamamen zihinsel atalet değil de ne?

Alışılmışlıklar göz alıcı gelmiyor ta ki yoklukları karşında devleşene kadar...Minimal bir örnek olacak ama geçtiğimiz sene çocukluğumun bana kalan mirası bir arkadaşım trafik kazası geçirdi. Bacaklarını kaybetmenin ucundan döndü aslında. Bir dizi operasyon ,uzun soluklu tedaviler.. Hala tedavisi bitmedi ve yürüyemiyor. Bugünlerde kaza öncesine ait eşiyle bir fotoğraf paylaşmış.Deniz kenarında el ele yürüyorlar.Arkadan çekilmiş bir fotoğraf bu..Altına yazdığı yorum ise ömre bedel..."Yıllarca kalın diye diye hayıflandığım bacaklarımın varlığına şükürler olsun" .. İşte hayat tamda böyle bir şey..Almakla o kadar meşgulüz ki elimizin altındakiler sanki zaruri ve hakedilmiş şeyler gibi geliyor. Öyle değil...Başka da yolu yok..Hayatta çokça şeyler sınavımız olacaktır. Belki çokça da üzüleceğiz...Bilmemiz gereken herkes üzülüyor, herkes kötü şeyler yaşıyor vitrinleri ne kada coşku dolu olsada...Bir yerden alan hayat bir yerden veriyor...Hüzünde sevince gebe, sevinçte hüzne tutsak...Elmanın iki yarısı işte...Yokluklarına boğulduğumuz her an varlıklarıyla çoğalmak...Doğru yaklaşım sanıyorum bu.. Sanıyorum ki ancak biz bakış açımızı genişletebilirsek tüm tabularımız yerle yıksan olacak..Ve biz değişebilirsek ,değişecek her şey...

Eğer hayat kaybettiğinizi fısıldıyorsa size, yapılacak tek şey sesi kısmak ve bağıra bağıra melodilerde cevap vermek bu hodri meydana..Geride bir hayat var...Bir günde olsa bin günde olsa yepyeni bir sayfa ...O zaman ayağa kalkmak lazım..O zaman gerçekten uyanmak lazım.! O zaman inanmak lazım..Yani a dostlar  Sezen'in de dediği gibi;

" O zaman şarkı söylemek lazım"....

Peray
09.08.2016


11 Şubat 2015 Çarşamba

Mila'ma...

Küçük dünyamın büyük mucizesi,

Küçücüksün daha..
Mini mini ayaklarınla koskocaman adımlar atıyorsun hayata...
Şimdi terk derdin oyuncaklarınla bir hayal dünyasında mutluluk çığlıkları atabilmek..
Biraz daha az uyuyup daha çok koşabilmek oradan oraya..
Büyüleyici bir yaşama sevinci buram buram kokuyor senın her kahkahanda..

Annecim,
Canımın canı,
Huzurum,
Cesaretim,
Sakladığım korkularım,
En büyük kahkaham,
En derin mutluluğum,
En tatlı yorgunluğum,
Geleceğe dair en büyük umudum,
Hayallerimin tek varisi,
Aşkım,
Gülümsedikçe gülümsetenim,
Sevdikçe daha çok sevdirenim...
İnancım,
İştah açıcım,
Beni ben yapanım,
Varoluşa en çok inandıranım,
Gözyaşım,
Çığlıklarım...
Masalları gerçek kılanım..
Kızım...


Korkma...
Hayat her adımında seni sınayacak..
Yanlışı yapma  imkanın varken doğruda kalabilmen için...
İmkansızlıkların pençesinde dik durabilmen,
Hep umut edebilmen için...
Ağlarken bile gülümsemek için onlarca neden bulabilmen,
Düştüğünde kalkıp nefes nefese kalana kadar koşabilmen için...
Griye rengarenk boyalarla savaş açman,
Kahkahalarınla gözyaşlarını dindirebilmen için...
Tekrar tekrar güvenebilmen,
İnancın aslında bitmek tükenmek bilmeyen en büyük enerji olduğunu her nefesinde hissedebilmen için...
Anlayabilmen ve tüm kargaşanın ortasında bile bütün cesaretinle anlatabilmen için...
Cesur olabilmen,
Cesaretini hoyrat ellerde tüketmek için değil, onunla tüm dünyaya kendini kanıtlayabilmen için...
Öğrenmekten korkmaman ve hiç vazgeçmemen için...
Yeniden, yine sil baştan başlayabilmen için...

Hiç vazgeçme dünyam,
Karanlık, inan aydınlanan günün en hoyrat habercisi...
Hayat senin baktığın yerden güzel,
Güvendiğin yerden ihtişamlı,
İnandığın kadar özgür...

Sev, en çok sevilenim..
Sevdikçe bakacaksın dünyaya anlamlı..
Sevdikçe çoğalacak, sevgiyle azaltacaksın tüm karabasanları...

İnan ayışığım,
Her attığın adımda inan kendine,
İnan insanların ne yaşarlarsa yaşasın kalbinde bir yerlede iyi olabileceklerine...
İnan en büyük servetin o masum hayallerinde  gizlendiğine...

Yavaş yavaş büyü kızım..
Er geç ulaşılan destinasyon aynı...
Ağır ağır yaşa mutluluklarını..
Yavaşça yürü, çokça tebessüm et..
Adım adım ilerle hep...
Sindire sindire yap kumdan kalelerini..
İnce ince at hayatının tüm ilmeklerini..

Ve unutma mucizem,
Bir gün gelip düştüğünde,ellerini tutmak için..
İlk gözyaşlarını dindirebilmek,
Dertlerine ortak olabilmek için..
Attığın her kahkanın şahidi,
Mutluluklarının en mutlu edeni olabilmek için..
Tekrar tekrar gülümsemen,
ve hep inanman için...


Annen hep yanında olacak meleğim...
Sen huzurla gel kollarıma..




Peray Özdil
10.02.2014










10 Ocak 2015 Cumartesi

Bana Edebiyat yapma!

Edebiyat yapma bana..
Çokça duymuşuzdur etrafımızdan.Karşısındaki biraz ağdalı bir dille birazda edebi öğeleri barındırarak bir konuşma yapıyorsa sıklıkla dökülüverir ağızlardan..Bizim toplumumuz sevmez çok.Yalınlık belki de netlik ister..Bense çok severim o edebiyat yapanları.Edebiyatın engin denizinden kendime katabileceğim çok şey olduğunu düşünürüm..Edebiyat üzerine düşünmeye iten ise bugün çok enteresan bir olayla karşılaşmam.


Uzun bir zaman öncesine ait,nasıl o zaman atladığıma anlam veremediğim bir yazıyı okuyordum bugün.Yazının sonuna geldiğimde gayri ihtiyari yazarın bütün yazıları seçeneğine tıkladığımda bugün yazmış olduğu haberin başlığı dikkatimi çekti..Atlarcasına açtım sayfayı mi acaba düşüncesiyle.Evet tam da düşündüğüm gibiydi.Haberi okuduğumda kişiyide araştırma gereği hissettim..Bir çok siyasi söylemini bile oturup internette bir çok siteden ve hatta twitterdan uzun uzun okudum...Tam bir fikir adamı..Hadi söyle de işini bitirelimcilere müthiş bir meydan okuma akıyor her cümlesinden..Hayranlık uyandırıcı benim için..Siyasete yoğun ilgimden dolayı az bulunur cinsten diyebilirim...


Ben konuma döneyim yine.Bugün okuduğum yazısında en çok dikkatimi çeken şeyde başta sözünü ettiğim edebi yorumlama..Tahkiyenin yazılı şöleni..Son günlerde bizzat kullandığım,anlamlandıramayanların ışığında yanlış yorumlanan söz sanatları...
Yazıda bariz bir şekilde Tariz, biraz da Telmih biz buradayız işte diye bağırıyor..Anlayabilene tabi diyor..Şaşkınlıkla okudum gerçekten.Şaşırtan aslında konusu olması gerekirken,aktarılma biçimiydi benim için..Kaleminize sağlık...


Yazıda ki hikaye ile ilgili bir kaç düzeltme yapasım,aslında şurası şöyle bu kısımda biraz eksikler var diyesim geldi okurken..Kendimden bir şeyler katma arzusuyla tutuştum..Kendimi daha fazla anlatma..Tabi en fazla buradan yazmak düştü payıma fikirlerimi...Yazının ilk kesitinin son paragrafı için de ayrıca teşekkür ederim sevgili ve saygıdeğer büyüğüm...




O zaman son söz Jerzy Lec'den gelsin;


"Tüm sözcükler tükendiğinde,insan insanı anlamaya başlar"




Peray Özdil
10.01.2015



































9 Ocak 2015 Cuma

Anne oldum

Anne oldum.. ve şimdi kendi içime, çocukluğuma doğru büyüyorum.. Durmadan okuyorum, kızımı şekillendirmek için değil, kendimi büyütmek için.. Anne olunca öğrendim, değiştim, kendimi gerçekleştirmek için hayal etmeye başladım ve hayallerim için adım atmaya. Anne olunca kendimi tanıdım, içimdeki annemi-babamı çıkardım ortaya ve savaştım..  Anne olunca anladım, hani o 'anne olunca anlarsın!!' dediklerinin hiçbirini anlayamayacağımı.Çünkü ben, anne olunca; başka bir dünyanın mümkün olduğunu anladım..
Aslında... Başka bir hayat mümkün, hayal edelim kafi..
Ben de hayal ettim. Kızımın ve geleceğinin ne olacağı, nasıl olacağı/olması gerektiği değildi hayallerim. Çünkü ben onun kendini gerçekleştirme yolculuğunda sadece eşlikçisiyim.. onun hayalleri kendisinin.. Ben onun müdahalesiz, izleyicisiyim.


Şule Seda AY
Anlamazsın,anlatmamda zaten
Kimseyede anlatmadım,
Anlatmasınlar diye,
Çünkü anlatırlar,anlamazlar..


                             Mevlana


6 Ocak 2015 Salı

If the whole world was blind, how many people would u impress ?


Bazı şeyleri veya kimseleri gözümüzde ne çok büyütürüz bazen.Ulaşılamaz hayaller ve utopik kişiler gibi gelir..Kendi kafamızda büyütürken onları,aslında bir nevi kendimizi küçültürüz bu zamanlarda..Kendine güvensizliktir aslında bu..Yetersizlik hissi gibi.Ya da toplumsal uyaranların ışığında açamadığımız ve kamaşan gözlerimiz...İş hayatında,sosyal çevremde ve özel hayatımda hem kendim tecrübe ettim hemde bunu bizzat yaşayanları gördüm senelerce.İşyerinde büyütülen ,korkulan üstdüzey çalışanlar,pırıltılı ve ulaşılamaz hayatlar sergileyen kişiler olduğu gibi,normal hayatının içerisinde kendisini merdivenlerin en tepesinde konuşlandırmış kişiler de olabiliyor bu kimseler. Biraz kişilere yoğunlaştım çünkü maddesel olmayan hayal niteliğindeki her şeyin tamamen isteyip istememek ve gösterilen çabaya alakalı olduğunu düşünüyorum.Kişilere gelince..

Birinin vakti zamanında çok güldüğüm bir tabirini maalesef kullanmadan geçemeyeceğim ,  “klasman farkı” şemsiyesinde kendini  koskoca yaşayan insanlar aslında o kimseler...Baktığında,yaklaştığında,öğrendiğinde keşke ilk tanıdığım, bildiğim haliyle kalsaydı dediklerimiz....Bünyelerinde barındırdıkları yetersizlikleri içe vurum çatısı altında biraz da snob bir bakış açısıyla kapamaya çalışan ve buna da “fark” ismini koyan insan esintileri...İnanın uzaktan öyle hoşlar ki, yaklaştıkça uzaklaşmak isteğinden bir türlü kopamıyorsunuz...Maalesef diyeceğim aslında çünkü bu konuda hiç yanılmadım..Koca koca,büyük harflerle konuşan birini gördüğünüzde dikkatlice dinleyin,inanın o gürültünün altındaki yalın boşluğu göreceksiniz.Ondandır ki bu tip kişilerin cümleleri hep belirsiz ,netlikten uzak,kaçamaktır.Uzun ve homojenize cümleleri pek beceremezlerde  zaten..Yaşanmışlıkları,lansmanları elbet vardır ama baktığınızda aslında o kadar da değer olmadığını çok net anlarsınız...Buradaki asıl sıkıntı ise,bu insanların bu kimliklere bürünmelerini anlamlandıranlar yani gördüklerini gerçekten yorumlayamayanlar...Ki buna kendimi de dahil ediyorum önceki yaşanmışlıklara binaen..O şemsiyeyi matah bir şey sananlar...Sanıyorum buda tecrübe ile sabitlenecek türden...Şimdi ben bunları neden yazıyoruma gelince...Listeme  kısa bir zaman önce birini daha ekledim..Kafamda büyüttüğüm,şimdilerde ise ondan kaç gömlek yukarda olduğumu anladığımda eski yerini tamamen kaybeden ve pırıltılarının altındaki eksik tevazuyla bomboş bir kimliğe bürünen bir kayıp benim için...Aslına bakarsak kayıp mı benim adıma bir kazanım mı oda ayrı bir tartışma konusu olabilecek nitelikte...

Ha bir de yukarıda kaç gömlek fazlaymışımı bir tür burnu havadalık gibi algılamamakta fayda var..Gömleklerin ağırlığı sadece kıyasladıklarımdan geliyor ve çirkin düşüncelere sahip olmamaktan..Gerçi ben yine de zeka anlamında da bir küçük meydan okuma yapayım zira bazı yaşadıklarım sadece bu konu üzerindeki ağırbaşlılık yaftamı oldukça hırpaladı..

Uzun uzun konuşurum kendimle,konuşmayı severim ama yarım kalır hep konuşmalarım.Yazdıkça daha iyi anlaşıldığımı,kendimi daha iyi anladığımı düşünüyorum..Keşke yazdığım kadar anlatabilsem diyorum bazen kendimi karşımdakilere...Ama klasman farkına sıkışıp susmayı tercih ediyorum benJ Anlatamayacağımdan mı, anlayamayacağından mı işte orasıda takdiri ilahi ..

Kapanış temennimde Tarkandan olsunJ

“Başkası olma kendin ol,

Böyle çok daha güzelsin...”

Peray ÖZDİL

6/365



''Varlığını dinle. Sürekli olarak sana ipuçları veriyor; o sakin, küçük bir ses.... Sana bağırmıyor, bu doğru. Ve biraz sessiz olursan kendi yolunu hissetmeye başlayacaksın. Olduğun kişi ol. Hiçbir zaman başkası olmaya çalışma..Olgunlaşacaksın. Olgunluk bedeli ne olursa olsun kendin olma sorumluluğunu kabul etmektir. Kendin olmak için her şeyi riske atmaktır.."
                                                                                                OSHO


(Az önce okuduğum kitapta gözüme çarptı.Üzerine yazmayı düşünüyorum bir ara o yüzden unutmamak adına araya sıkıştırmadan edemeyeceğim.)

Hoşgeldin Yeni Yıl.....6/365


Yıl 2015...

Bir seneyi geçmiş yazmayalı.Aslında yazmayalı değil de yayınlamayalı.En sevdiğim şeylerden biri olan bloğumu saçmasapan nedenlerle kullanamamak...Neyse bugünü yepyeni bir başlangıç nezdinde görerek ben yine çok sevdiğim şeyleri yapmaya dönebilirim.

Bir laf vardır hani; gün be gün baktığında her şey ne kadar aynı görünürken, 1 yıl geriye döndüğünde her şey ne kadar farklıdır diye.Gerçekten öyle. 1 yıla sığdırdıklarımı düşününce ben bile hayrete düşüyorum.Kısa gibi gözüken ama onlarca yaşanmışlığı barındıran bir silsile benim için.Tek tek yazacağım,ince ince düşünüp  yine de çok süzmeden bu sefer.Yazdıklarım sadece benim için ileride okuyacağım bir nevi günlük olmayacak çünkü hayatımda bunu paylaşacağım,ilerde okudukça her şeyi daha iyi anlayacak insanlar var artık hayatımda.Şimdi ve gelecekte..

Şimdiye kadar yazdıklarımı paylaşmak yerine tekrar baştan başlayacağım bu sefer.Bugünümle geçmişi daha iyi yorumlayabilmek için..belki de daha iyi yoğurmak...

Geçen sene hiç geçmeyecek diye düşündüğüm korku ve kaygılarım yerini derin bir huzura bıraktığından mıdır bilinmez, içimdeki çocuk oldukça heyecanlı şu sıralar.Yepyeni başlangıçlarım,sayfasını kapattığım yıllarım, hep ordaydı sanıp aslında hiç olmayan dostluklarım,gerçekten anlayanlar ve gerçekten anladıklarım,mucizem,iyi kilerim ve alınan son dönem kararlarım...

En baştan ve sil baştan başlamak en iyisi...

Bu önsöz olsun..

Şimdilik..

Peray ÖZDİL

18 Kasım 2013 Pazartesi

Mutsuzluktan mı mutluluktan mı?


Bugün,  twitterdan tanımış olduğum ve yaşına rağmen (rağmenden kastım o yaşta edebiyata çok ilgi duyulmaması) edebiyata düşkünlüğüne imrendiğim,benim gibi  okumayı çok seven, tatlı birinin bir paylaşımında gözüme ilişen bir cümle oldu.Bu da beni bu konu üzerinde epey düşünmeye itti diyebilirim.Doğru muydu yazılan yoksa münazaraya açık mıydı?

Cümle şöyle diyordu;  “Mutsuz insanlar yazar”

Yazmayı, hayatımın en önemli yerine oturtmama binaen bu cümledeki kaybolan beni aradım bir süre. Gerçekten mutsuz insanlar mı yazardı? Sonra şöyle kısmen önceki yazılarıma göz attım.Evet görünen o ki; yazılarım hep acıyı pelesenk etmişti her bir satırına. Mutluluk değil mutsuzluk kokuyordu.Belki bir arayış, belki bir kayboluş içerisindeydiler...Şaşırdım. Bu kadar çok yazan ve yazmayı seven ben aslında bir mutsuzluğun eşiğinde belki de ta derininde miydim?
İşte tam bu noktada devreye girdi bütün düşünceler...Aslında yazmak ne mutluluğun ne de mutsuzluğun gösterisiydi.Yazmak bence bir anlaşılma biçimiydi.Anlatamadıklarını,suskunluklarını,korkularını,pişmanlıklarını,acılarını daha doğrusu hislerini bir nevi akıtma yöntemiydi...Mutluluğunu yazmamak kimbilir belkide onu sakınmaktır her şeyden ama mutluluk paylaşılan cinsten olduğundandır bence yazıya dönüşmemesi.Elbet konu edilebilir ama zaten kişi mutluluklarını en yakınları,onu mutlu eden kişiler yani bir nevi çevresiyle paylaşabilir. Söze döküp ihtişamını sürebilir. Ama ya suskunluklarımız?

Mutsuzluklar,acılar,kalbinin derinin delik deşik eden yaşanmışlıklar kolay dile gelmez.İstesende kolay değildir.Çok büyük cesaret ister başkalarının karşısına geçip ben acıdan ölüyorum ,ben yenildim,ben kaybettim,ben üzüldüm demek..Diyemezsin zaten..Kırık gururun,yaralı kalbin izin vermez buna...Açığa çıkarmak istemessin yenilmişliklerini ve sen izin vermezsin başkalarının gözünde de yenilmiş gözükmeye...O anlarındır ki seni gerçekten anlayan kimse olmaz,çünkü aktaramassın tümüyle ne hissettiğini..Seni anlayan,seni dinleyen,seni sorgulamadan hisseden ve paylaştıkça çoğaltmayan bir tek kendinsindir.O anlarda bir tek kendine güvenirsin çünkü..Yazmakta sen değil misindir zaten?Ne hissettiğinin, bir kağıt parçası,bir kalem,bir klavyeyle dile gelmesi,ölümsüzleşmesi...Sana anlama şansı vermesi neler olup bittiğinin.Geriye dönüp baktığında daha güçlü olman ve yaşadıklarının sana ne hissettirdiğini hatırlaman için birer kaynak olması..Kendi ansiklopedilerin gibi aslında..Sana ne olduğuna ve nasıl bir savaş verdiğine dair...

Evet yazan insan işte bu anlarını yazar.Aslında mutsuz insan olmasından değildir ,mutsuzluklarını sözle dile getiremeyişindendir..Çünkü insan o yazıda denenin aksine mutluluklarını yazarak değil yaşayarak saçar çevresine..

Mutluluklarından arta kalandır zaten mutsuzluklar..Ve işte o zaman yazar..Yazar ve rahatlar..Yaranın irinini akıtması gibi iyileştirir ruhunu yazdıkça..Böylece devam edebilir hayatına..

Sanıyorum şöyle toparlamalı ya da bugün okuduğum cümleyi şöyle düzeltmeliyim kendimce.Mutsuz insanlar yazar değil; “ İnsan mutsuzluklarını sessizce yazar,mutluluklarını ise göstere göstere yaşar...”


Bundandır ki tüm temennim;
Hayatınızda yazacak mutsuzluklarınız değil,yaşayacak mutlukluklarınız olsun hep.

Sevgiyle,
Peray ÖZDİL
18.11.2013


23 Ekim 2013 Çarşamba

Neydi?

 
Acı neydi? Nereden başlıyordu? Kalın perdelerle gizlediğimiz acıların faili meçhulmuydu yoksa göz göre göre mi başlatmıştı yok edişlerini?

Acı,sanıyorum sevmenin değişik bir hali.Yüzü değiştirilen yastıklar gibi..İçindeki hep aynıyken başkalaştırılan dış yüz..İçini değİştirmeden dışını temiz tutmaya çalışmak..Kökten bir temizlik yapmadıkça sürekli değiştirilmesi gereken yüzün ruhlardaki bir yansıması sanki...Orada öylece duruyor,farkındasın ama yorulmuş bir bedene imtinaen kaçıyorsun..

Acı demek mutluluğun yokluğu demek değil ki...Mutlululuğunun akıbetinin belirsizliği aslında acı..Göze göre göre..Bile bile...Mutlu olmak bazen ne denli küçük adımlarda saklıyken kimi zaman ne  kadar da ütopik gözüküyor gönlümüze..Aslında nasıl baktığımız mı belirliyor mutluluğun varlığını yoksa gerçekten elimizde olmayan bir mukadderatın seçilmişliği mi bilmiyorum..Bildiğim tek şey bazen ilerlemek için aldığımız risklerin mutluluğumuzun tabanı olmasına rağmen,üçüncü kişilerin fikirlerine hapsolması ve bunu acı olarak hayatımıza nefes nefes yedirmemiz..

Bu aralar acı yakın arkadaşım..Çünkü mutluluk evimin mutfağında demlenen çay kadar yakınımda ve sıcacık..Yaklaştıkça da el yakan cinsten..Acı dediğim işte bu mutluluğun akibeti..Bu sefer etrafımdaki herhangi birine endekslendirilmemişlik var ...İçimde büyüyen bir mutluluk bu..Vazgeçip vazgeçmemeyi her nefesimde tarttığım bir mutluluk...Küçücük bir kıpırtıda tüylerimi diken diken ederken,  başımdan parmak ucuma kadar titreten ve heyecan kokan bir mutluluk...

İşte böylesi mutluluklarla acıya dem vuruyor insan..Mutluluğa sahip çıkma korkusundan, mutluluğunun başkasının acısı olmasına olan utançtan ve ya kaybedersem sorusunun bilinmezliğinden...

Bazen kaybedilmiş mutluluklarda, mutluluğu kaybetme korkusu kadar acılara terkediyor insanı tabi ..Ama diyorum ya mutluluğun hakimiyetinde gizli acılar..

Şimdi düşünüyorum da keşke acılara hakimiyet, başkalarının kestiği ahkamlar kadar kolay olsa..Başkalarının fikirlerine tabi değil de yaşanmışlıkları anlamaya gebe olsa..Tabi ya,her zaman başkaları vardır..Başka fikirler, başka hayatlar,başka yorumlar ve yönlendirmeler...Sıyrılamadığımız,gölgesinde kaldığımız başkalıklar...Dinleye dinleye tükettiğimiz o başka yollar,o acı kollar...

Şimdi durduğum yerde ise başkalarıyla oluşmuş ya da kafa tutmak zorunda kaldığım bir kalabalık var sanki...Dinlemekten kaçtığım,kendimi anlatmak için yorgun olduğum...Anlatsam anlar mı sorusuna yanıt bulamadığım..Sustukça büyüttüğüm, büyüttükçe yok ettiğim...Penceresinden baktığım belki de sadece...

Biçare olmuş yüreğimin kanatışlarında vazgeçmek zorunda kaldığım kalabalık..İçimde sakladığım işte o büyük acıya o denli uzaklar ki, anlatmaya değil anlamaya bile çalışmaktan yoksun kalmış haldeyim..

İşte  o yüzden kendi halime bıraktım beni..Kendime hediye ettim  sessizliği..Sessiz kaldıkça içimde günden güne büyümeye devam eden o mutluluk ve o acı  hep korunaklı kalacak...

Anlayamamalardan, sevgisizlikten ve iy niyeti derinlere gömmüş o soğuk yüreklerden...

Hissederden en derinlerde sürç-i lisan ettiğim mutluluğumun kalın perdesi olan acının arkasında gizlenerek büyütüyorum artık kendimi ve bana ait en değerli mucizeleri...

Belki doğru , belki yanlış...

Mesele haklılık değil zaten, mesele hakim olma çabası..

Affola kader..


Peray ÖZDİL
23.10.2013