18 Kasım 2013 Pazartesi

Mutsuzluktan mı mutluluktan mı?


Bugün,  twitterdan tanımış olduğum ve yaşına rağmen (rağmenden kastım o yaşta edebiyata çok ilgi duyulmaması) edebiyata düşkünlüğüne imrendiğim,benim gibi  okumayı çok seven, tatlı birinin bir paylaşımında gözüme ilişen bir cümle oldu.Bu da beni bu konu üzerinde epey düşünmeye itti diyebilirim.Doğru muydu yazılan yoksa münazaraya açık mıydı?

Cümle şöyle diyordu;  “Mutsuz insanlar yazar”

Yazmayı, hayatımın en önemli yerine oturtmama binaen bu cümledeki kaybolan beni aradım bir süre. Gerçekten mutsuz insanlar mı yazardı? Sonra şöyle kısmen önceki yazılarıma göz attım.Evet görünen o ki; yazılarım hep acıyı pelesenk etmişti her bir satırına. Mutluluk değil mutsuzluk kokuyordu.Belki bir arayış, belki bir kayboluş içerisindeydiler...Şaşırdım. Bu kadar çok yazan ve yazmayı seven ben aslında bir mutsuzluğun eşiğinde belki de ta derininde miydim?
İşte tam bu noktada devreye girdi bütün düşünceler...Aslında yazmak ne mutluluğun ne de mutsuzluğun gösterisiydi.Yazmak bence bir anlaşılma biçimiydi.Anlatamadıklarını,suskunluklarını,korkularını,pişmanlıklarını,acılarını daha doğrusu hislerini bir nevi akıtma yöntemiydi...Mutluluğunu yazmamak kimbilir belkide onu sakınmaktır her şeyden ama mutluluk paylaşılan cinsten olduğundandır bence yazıya dönüşmemesi.Elbet konu edilebilir ama zaten kişi mutluluklarını en yakınları,onu mutlu eden kişiler yani bir nevi çevresiyle paylaşabilir. Söze döküp ihtişamını sürebilir. Ama ya suskunluklarımız?

Mutsuzluklar,acılar,kalbinin derinin delik deşik eden yaşanmışlıklar kolay dile gelmez.İstesende kolay değildir.Çok büyük cesaret ister başkalarının karşısına geçip ben acıdan ölüyorum ,ben yenildim,ben kaybettim,ben üzüldüm demek..Diyemezsin zaten..Kırık gururun,yaralı kalbin izin vermez buna...Açığa çıkarmak istemessin yenilmişliklerini ve sen izin vermezsin başkalarının gözünde de yenilmiş gözükmeye...O anlarındır ki seni gerçekten anlayan kimse olmaz,çünkü aktaramassın tümüyle ne hissettiğini..Seni anlayan,seni dinleyen,seni sorgulamadan hisseden ve paylaştıkça çoğaltmayan bir tek kendinsindir.O anlarda bir tek kendine güvenirsin çünkü..Yazmakta sen değil misindir zaten?Ne hissettiğinin, bir kağıt parçası,bir kalem,bir klavyeyle dile gelmesi,ölümsüzleşmesi...Sana anlama şansı vermesi neler olup bittiğinin.Geriye dönüp baktığında daha güçlü olman ve yaşadıklarının sana ne hissettirdiğini hatırlaman için birer kaynak olması..Kendi ansiklopedilerin gibi aslında..Sana ne olduğuna ve nasıl bir savaş verdiğine dair...

Evet yazan insan işte bu anlarını yazar.Aslında mutsuz insan olmasından değildir ,mutsuzluklarını sözle dile getiremeyişindendir..Çünkü insan o yazıda denenin aksine mutluluklarını yazarak değil yaşayarak saçar çevresine..

Mutluluklarından arta kalandır zaten mutsuzluklar..Ve işte o zaman yazar..Yazar ve rahatlar..Yaranın irinini akıtması gibi iyileştirir ruhunu yazdıkça..Böylece devam edebilir hayatına..

Sanıyorum şöyle toparlamalı ya da bugün okuduğum cümleyi şöyle düzeltmeliyim kendimce.Mutsuz insanlar yazar değil; “ İnsan mutsuzluklarını sessizce yazar,mutluluklarını ise göstere göstere yaşar...”


Bundandır ki tüm temennim;
Hayatınızda yazacak mutsuzluklarınız değil,yaşayacak mutlukluklarınız olsun hep.

Sevgiyle,
Peray ÖZDİL
18.11.2013


Hiç yorum yok: